Aklın ve bilince dayalı iradenin esaret altına alındığı dünyamızda; televizyonlarda ve baskılı medyada modern yöntemlerle insanlar İslam’ın değerlerini dışlayan en iğrenç şekillerinden birini yaşamaktadır. Nedense menfur zümrelerin baskı altında tuttuğu bilinç ve irade tüketilmekten bir türlü kurtulamıyor.
Adı cahiliye olmayan farklı beşeri ideolojiler, kimi sosyo ekonomik düzenle, insana özgürlük adına sonsuz tüketim, hayasızca ve şuursuzca Yaratıcıdan gafil bir yaşam, hakkın ve hukukun paçavraya dönüştüğü, güçlü ve zengin olanların mutlak korunduğu yoksul ve mağdurların adaletten pay alamadığı, mutsuz, umutsuz hedefsiz bir yaşamı vaat etmektedir. Böyle sistemlerde ve toplumlarda da “Özgürlük“ tüketilen bir metaa haline getirilmiştir. Halbuki, yerçekimi bizi nasıl toprağa bağlıyorsa,
Özgürlükte bizi öylece Allah’ın izzet ve şerefine bağlar. Böylece insan olduğumuzun bilincine varır, varlık alemindeki yerimizi alabiliriz.
Fıtratına hükmeden yasaların, evrene hükmeden yasalardan farksız olduğunu anlayıp idrak eden insan; egemenliğin mutlak anlamda Allah c.c ye ait olduğunu artık görmüştür. Doğada konulmuş tüm yasaların insanın medeniyet inşasının kaçınılmaz temelini teşkil etmekte olduğu da bir vakıadır. İnsan bu vesileyle kendi boyutsal yaşamını sürer, hayatı ölümün oklarını saldığı dehlizlerde tüketir.
İnsan, aklını karıştıran sorulara;
Gönlünü bulandıran vesveselere;
Bedenini esir alan hastalıklara;
Midesini kavuran açlığa;
Nefsini ateşleyen şehvetine;
Ruhuna göz koyan ölüme karşı mahkumken;
Bir de kendisi gibi başka bir mahkuma kul olması anlaşılabilir değildir.
Ruhu özgürlüğe - La ilahe – ye karşı kanat çırparken, bedenin toprağı kör ve katı medeniyetlere esir ediliyor. Özgürleşen bir bilinç ancak iradeyi harekete geçirebilir ve tüm bu tutsaklıklarımızın ötesine varlığımızı eğiterek geçebiliriz.