Gazzâlî, kötülükler in aslında maskeli iyilikler

olduğunu bir hikâye ile şöyle açıklar: İlâhî hükme rıza gösterme mertebesine

yükselen bir adam, her hâlükârda Allah ın verdiği bütün hükümlerde bir iyilik

vardır! demeyi âdet haline getirmişti.

O kişi, ailesiyle birlikte ıssız bir çöldeydi ve çadır ve

eşyasını taşıyan bir eşeği, onları gözetleyen bir köpeği ve sabahları onları

uyandıran bir horozu vardı. Bir tilki geldi ve horozu kapıp götürdü. Ailesi

üzgündü, fakat o kişi Hayırdır inşallah dedi. Ardından bir çakal gelip eşeği

öldürdü. Ailesi üzgündü, ancak o kişi, Hayırdır inşallah dedi. Sonra köpek

vuruldu ve öldü, o kişi yine Hayırdır inşallah dedi.

Ailesi olup bitenlere ve adamın tavrına çok şaşırmıştı.

Ancak sabahleyin civarda bulunanların esir alındığını ve çocuklarının

kaçırıldığını öğrendiler. Onlardan bazılarının bulunduğu bölge, horozların

ötmesi, diğerlerininki köpeklerin havlaması ve daha başkalarınınki de eşeklerin

anırması yüzünden fark edilmişti.

Bunun üzerine, o kişi şöyle dedi: (Şimdi) Allah ın her

hükmünde bir hayır olduğuna inandınız mı Çünkü Allah, bu hayvanları ortadan

kaldırmasaydı, siz de perişan olacaktınız (Gazzâlî, Kitâbü l-Erbaîn,

Dârü l-kalem, Beyrut 2003, s. 260-261).

Hayata ve olaylara bakış kişinin karakterini gösterir.

Hiç kuşkusuzu iyi de ve iyilik te ısrar, her zaman insanın alnını açık eder.

Bu düşünceyi yansıtan bir fikir olarak, sevgililer günü dolayısıyla gönderilen

bir mesajda Hep hayır dese de bana hayat ; hep hayırlısı diyeceğim

hayat a inat! diyordu.

Görünürde şer gibi gözüken olayların gerçekte bizzat

hayır ve iyilik olabileceklerine ilişkin Kur ân-ı Kerim de zikredilen en güzel

örneklerden biri, Hz. Mûsâ ile Hızır aleyhisselâm arasında geçen olaydır.

Bu olaya göre Hz. Mûsâ, Hızır dan Allah ın kendisine

öğrettiği özel bilgiden bir parça öğretmesini talep eder. Hızır, Hz. Mûsâ ya

kendisiyle yolculuk yapmaya katlanamayacağı uyarısında bulunur. Bunun üzerine

Hz. Mûsâ ona inşallah kendisini sabırlı bulacağını, hiçbir işinde ona âsi

gelmeyeceğini söyler.

Hızır aleyhisselâm, Hz. Mûsâ nın bu konuda ısrarlı

olduğunu görünce, ondan olayların iç yüzü açıklanıncaya kadar hiçbir konuda

kendisine itiraz etmeyeceği sözünü alır. Böylece birlikte yola koyulurlar

(el-Kehf 18/65-70). Olayın bundan sonraki kısmını Kur ân-ı Kerim den takip

edelim:

Bunun üzerine kalkıp gittiler; sonunda bir gemiye

bindiklerinde, o (Hızır), gemiyi deliverdi; Mûsâ, Gemiyi içindekileri boğmak

için mi deldin Doğrusu şaşılacak bir şey yaptın dedi.

(Hızır) Mûsâ ya, Ben sana yaptığım işlere dayanamazsın

demedim mi dedi. Mûsâ, Unuttuğum için bana çıkışma, gücümün yetmediği şeyden

beni sorumlu tutma! dedi ve birlikte yürüdüler.

Nihayet bir erkek çocuğa rastladıklarında, (Hızır) hemen

onu öldürdü. Mûsâ dedi ki, Tertemiz bir canı, bir can karşılığı olmaksızın

(kimseyi öldürmediği halde) katlettin ha! Gerçekten sen fenâ bir şey yaptın!

(Hızır), Ben sana, benimle beraber (olacaklara) sabredemezsin demedim mi

dedi. Mûsâ, Bundan sonra sana bir şey sorarsam bana arkadaş olma, o zaman benim

tarafımdan mâzur sayılırsın dedi.

Yola koyuldular, sonunda vardıkları bir kasaba halkından

yiyecek istediler. Kasaba halkı, bu ikisini misafir etmek istemedi. İkisi,

şehrin içinde yıkılmaya yüz tutan bir duvar gördüler, Mûsâ nın arkadaşı onu

doğrultuverdi; Mûsâ, Dileseydin buna karşı bir ücret alabilirdin dedi.

(Hızır) şöyle dedi: İşte bu, benimle senin aramızın ayrılmasıdır.

Şimdi sana, sabredemediğin şeylerin iç yüzünü haber

vereceğim. Gemi var ya, o, denizde çalışan yoksul kimselerindi. Onu kusurlu kılmak

istedim. (Çünkü) onların arkasında, her (sağlam) gemiyi gasbetmekte olan bir

kral vardı.

Erkek çocuğa gelince, onun ana babası inanmış insanlardı.

Çocuğun onları azdırmasından ve inkâra sürüklemesinden korkmuştuk. (Devam

etti:) Böylece istedik ki Rableri onun yerine kendilerine, ondan daha temiz ve

daha merhametlisini versin.

Duvara gelince, şehirde iki yetim çocuğun idi; altında da

onlara ait bir hazine vardı, babaları ise iyi bir insandı. Rabbin istedi ki o

iki çocuk güçlü çağlarına erişsinler ve rabbinden bir rahmet olarak

hazinelerini çıkarsınlar. Ben bunu da kendiliğimden yapmadım. İşte, hakkında

sabredemediğin şeylerin iç yüzü budur! (el-Kehf 18/71-82).

***

İnsan, önce eli yle yapması gereken işini, Allah a

havale ederek veya yaptıklarının faturasını Allah a çıkarak sorumluluktan

kurtulamaz, çünkü kendi işini kendisi yapacaktır; daha sonra işinin hayır ve

hayırlı olması için dil duası na müracaat edecektir, çünkü Allah,

Emanetleri ehline veriniz (Nisâ 4/58) buyururken ehliyet i şart koşuyor.

Dolayısıyla insanların işlerini sağlam yapmadıkları zaman, onlardan kötü

sonuçlar almaları da ilâhî bir yasadır.

Hz. Peygamber, Allah ın, işini sağlam ve güzel yapanları

seveceğini haber verir: Resûl-i Ekrem bir kabrin başına oturdu ve şöyle demeye

başladı: Toprağı şuraya ve şuraya koyunuz. İş bitince de şöyle dedi:

Gerçekten sonunda onun toprağa karışacağını biliyorum. Ancak Allah, kulu bir

iş yaptığında onu sağlam yapmasından hoşlanır buyurdu (İsmâil b. Ca fer,

Hadîsü Ali b. Hacer es-Sa dî an İsmâil b. Ca fer el-Medenî, tahkik: Süfyânî,

Riyad 1998, s. 508).

İşini, iyi güzel ve sağlam yapan, iyi ve güzel bir

karşılık; kötü, çirkin ve baştan savma yapan ise ona göre bir karşılık bulur.

Çünkü bu hal ve süreç, ilâhî bir olgudur.