Bismillahirrahmanirrahim

İktidar, hâkimiyet, hükmetme gibi insani duyguları, insan ve toplum gerçekliklerinden soyutlayarak ana ya da temel uğraşlar olarak ele aldığımızda, tıpkı şekli mantığın düzlemine indirgemekten kurtulmak pek mümkün olmayabilir. Elbette şekli mantığın bir takım ilke ve kuralları, insanın düşünme etkinliği ve verimi bakımından bir noktaya kadar gereklidir, hatta zorunludur da. Fakat bu ilke ve kurallara uymak, nihayet biçimsel bir doğruluk sonucuna vardırır. Mantık bakımından doğru olanın insan ve toplum gerçekliğinin hakikatini olduğu gibi kavrayarak ortaya koyduğu yargısının doğru olduğunu her zaman açıklamaz. Kaldı ki, insanın duygu dünyasının ya da “teessüridünyası”nın kendine özgü bir “mantığının” bulunduğu yadsınmamalıdır. Sanatın, özelde edebiyatın anlamı, önemi ve değeri burada ortaya çıkmaktadır.

Genel bir tespit yapmak istediğimizde, ne yazık ki, evet ne yazık ki, sanat ve edebiyat alanında, birkaç on yıllık geçmiş ile kıyasladığımızda, bir kuntluğun, bir tür yeni sayılabilecek arayışların yetersiz bir nitelikle yetinmeyi kabullendiği gözlemlenebilir gibidir. Belki arayışların yetersiz gibi görünmesinde çeşitli nedenler arasında en başat olanı “sürekliliğin” dikkate alınmaması tespitini yapmak olasıdır. Bir bakıma, bazı yazarları bireysel düzlemde güncellemek, yerine göre hatırlamak türünden etkinlikler söz konusu olsa da, sanat ve edebiyatın süreç içinde yeni imkânlar, yeni tutumlar, atılımlar ve söyleyiş özgülükleri yeterince özümlenememektedir. Dolayısıyla, sanat ve edebiyatın anlık hafızalara bağımlı kılınması gibi bir durum ortaya çıkmaktadır. Bu durumu düşünce bağlamında da ele almak ve irdelemek gerekmektedir. Bu alandaki yetersizlik, kaçınılmaz olarak sanat ve edebiyat alanında da, farklı yönsemeler biçiminde olsa da söz konusudur denebilir.

Sanat ve edebiyat alanında sürekliliğin sağlanmasında dergilerin, özel araştırmaların önemi açıkça vurgulanmalıdır. Kuşkusuz, farklı eğilimleri, tutumları, söyleyiş biçimlerini, hiç değilse deneyen birçok dergi ve yayın yapılmaktadır. Fakat bu alandaki çabaların hâlâ münferit fedakârlıklara dayanması, ister istemez, sınırlı etki alanlarına adeta mahkum edilmişliği yaşamaktadırlar. Görünüşte maddi imkânların, geçmişle kıyaslanamayacak bir düzeyde görünmesine rağmen, bu böyledir. Sanat ve edebiyatın, daha genel olarak kültürün, deyim yerindeyse pahalı bir yatırım olduğunun gerçekçi nedenlerle kavranılmaması olgusu, burada söz konusudur. Oysa bu alanlarda yapılacak “yatırımlar”, “yediveren gülü” gibidir. Tarihe bu gözle baktığımızda bolca verilere ulaşmak mümkündür.

Edebiyat Ortamı ve elbette Yedi İklim gibi diğer dergileri, bu bağlamda görmek ve değerlendirmek gerekmektedir. Edebiyat Ortamı, Mayıs-Haziran 62. sayısında ve verdiği Öykü Yıllığı’nda, sanat ve edebiyatın sürekliliğini hatırlatıcı bir tavır içinde olduğunu kendi ölçeğinde ortaya koymaktadır. Şiir, hikâye, inceleme ve söyleşi yazıları çeşitliliğin yanında bir zenginlik oluşturmaktadır. Engin Elman’ınProf Dr. Mehmet Törenek ile Ahmet Hamdi Tanpınar’ın roman konusundaki anlayışını irdeleyen söyleşisi, aslında “roman” türünün yeni bir bakışla tartışılmasına bir çağrı olarak ele alınabilir. Alim Kahraman’ın “Modern Türk Hikayeciliğinin Doğuşuna Farklı Bir Yaklaşım” yazısı, tarihi veriler bakımından bir takım dikkatleri hatırlatmakla birlikte, “modern” deyiminin kuramsal temelinin irdelenmesine ihtiyaç olduğunu düşündürmelidir.

Halil İlteriş Kutlu’nun “Mehmet Akif ve Protestan Ahlak” yazısı, hem Akif’in, hem de 19. ve 20. yüzyıl İslam düşüncesinin karşılaştığı, ama yeterli ölçüde tartışılamadığı için, adeta “kadük” kalmış bir düşünce damarının yeniden işlerlik kazanabilmesi için deşilmesini ihtar eder gibidir. Aynı şekilde Erdem Dönmez’in “Sırat-ı Müstakim’deMehmed Akif” yazısını açımlayıcı bir metin olarak değerlendirmek yerinde olur. Diğer yazılar için en iyisi dergiyi edinip okumaktır.

“Edebi Celseler-I: Kadir Korkut Şiiri” (Arif Ay), beni ‘70’li yılların sonu ve ‘80’li yılların ortalarına götürdü. Kadir Korkut’un doğduğu ve çocukluğunu geçirdiği Adapazarı’nın Ozanlar Mahallesi’nin bittiği yerde Sakarya Mühendislik ve Mimarlık Akademisi, mısır tarlalarının ortasındaydı. 1985 yılına kadar burada çalıştım. Geçen Mayıs ayında Adapazarı’nda Ada Bilim Koleji’nde bir konuşma ve imza için gittiğimde, yakın zamanda da ziyarette bulunmama rağmen, şehri adeta tanıyamadım. Gerçi Çark Caddesi hâlâ orada, ama “Tümen” kaldırılmış. Tümen’in hemen arka sokağında Şeker Mahallesi’nde bahçeli bir evde iki yıl oturmuştum.