“Herkes haksızlığa karşıdır ancak kendisine yapılırsa”, bir düşünür böyle söyler ve bir tespitte bulunur. Genel anlamda insan karakterinin resmidir bu. Herkes kötülüğe karşı sesini yükselt(e)mez. Kendisine veya bir başkasına yapılan, her türlü haksızlığa ve yanlış şeylere karşı olmak; her kişinin değil erdemli insanların harcıdır.
Uzak Doğu felsefelerinde iyilik beyaz, kötülük ise siyah renkle tanımlanır. Budizm’de kast sistemini ayakta tutan şey de yine iyilik ve kötülük kavramının bağlıları üzerindeki etkisidir.
Seküler dünyanın pratiklerinden olan kapitalizm, “Herkes haksızlığa karşıdır ancak kendisine yapılırsa” tanımında kendisini bulur. Batı uygarlığı “zulüm/haksızlık” kökleri üzerine yükselmiştir. Ve yine varlığını zulme borçludur; geçmişte Kızılderili katliamları günümüzde Irak, Afganistan, Suriye, Doğu Türkistan ve Filistin örneklerinde görüldüğü gibi… Öyle ki kötülük bireysellikten çıkıp toplumsallaşmış ve bir sistem halini almıştır. 21. YY. egemenliği kötülüğün fotoğrafıdır.
Müslüman olmayan dünyanın mensuplarının; istisnalar hariç, bireysel veya toplumsal anlamda zulmün/yanlışın yanında yer aldıklarını söyleyebiliriz. Fakat bunun karşılığında inanç ve sistem olarak; tevhit ve adalet kökleri üzerine yükselen İslam’ın mensuplarının yani Müslüman olduğunu iddia edenler hak ve adalet olgusunun neresinde durmaktadırlar.
Yaşam tarzı olarak İslam, Son Nebinin (S.A.V.) deyimiyle, “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” üzerine sistemleşmiştir. Diğer bir ifadeyle İslam’ın varlık nedeni; her türlü maddi ve manevi haksızlığa karşı olması ve adaletten yana tavır almasıdır.
Sistem olarak Kur’an ve sünnet adaleti ifade ederken onun bağlılarının duruşu bu anlamda önem kazanmaktadır. Yaşadığımız coğrafyada ya da dünya Müslümanlarının yaşam alanı bulduğu coğrafyalarda; doğrunun adresi müminlerin kalplerini ve zihinlerini göstermelidir.
Hakikat bunu söylese de pratik öyle değil. İstisnalar kaideyi bozmaz fakat doğruluk iddiasında bulunan; bireyler, meslek erbapları, sivil toplum kuruluşları, medya mensupları, seçilmişler ve atanmışların; şehvet ve şöhret karşısında, basit sıradan menfaatler uğruna, nasıl da eğildiklerine tarih ve şimdi tanıklık etm(iş)ektedir.
Batı medeniyetinin köklerinin pazı ve arenalar üzerine kurulduğunu ve şimdilerde namlunun ucuyla devam ettiğini söylerken, Müslümanlığın bir üyesi olarak çuvaldızı başkasına batırırken iğneyi de kendimize batırmamız gerektiği bir gerçeklik olarak durmaktadır. Yaşam tarzı ve davranış biçimi olarak onlar tu kaka, peki düşünce ve davranış biçimi onlara benzeyenler!
“En uzun yolculuklar bir adımla başlar.” Yalanın, aldatmanın, kötülüğün, zulmün küçüğü ve büyüğü olmaz. Mekânları ve ormanları yakıp küle çeviren yangınlar da bir kibritle başlar. İşte, küçük de olsa kibir, haksızlık ve günah içerikli tüm davranışlar kalp karargâhını ve beden evini yakıp kül etmeye yetmektedir.
“Ustalıkla söylenen sözün sihrin bir türü olabileceğini” söyler Hz. Peygamber (S.A.V.). Bu anlamda, “Kişinin ayinesi iştir lafına bakılmaz” sözü tam yerine oturur. “Kütük üzerine elbise giymişler” misali lafebelerinin işgali gittikçe yaygınlaşıyor. Doğrunun ne olduğunu bilmek ve bilincinde olmak sorunu çözmenin yarısıdır. Ayrıca şimdilerde “iz ize!” birbirine karıştığı için doğrunun yanında olmak her kişin kârı değildir.