Hakka yürüyüşünün altıncı yılında, yeniden hatırlanma şeklinde değil, unutulmadığı, maddi varlığıyla bu dünyada aramızda olamasa da mücadelesiyle ve adeta miras bıraktığı görüşleriyle yaşadığını bildirircesine anıldığını söylemek gerekir. Bu bildirmenin özünde bir hayıflanma değil, bir metanet duygusu ve tavrının yattığını anlamak yerinde olur. Maddi varlığının yokluğu elbette yüreklerde hüzün titreşimlerine yol açmıştır, ama bir pişmanlığa neden olacak herhangi bir yanılgıyı çağrıştırmamıştır. Hele doğru bilip uğrunda mücadeleye soyunduğu davasına küçük bir leke gibi yapışacak herhangi bir bencilce davranışa meydan vermemekte gösterdiği titizlik, zamanında pek dikkate alınmasa da, yaşanılan birçok olaydan sonra bugün niçin anlama çabasına girişilmediği sorusunu zihinlere kanca gibi asmış görünmektedir.

•  Anlaşılacağı üzere, ‘90’lı yılların karmaşası ve şaşkınlığı içinde bunalan insanlara bir direnç ve umut aşılamak maksadıyla “Direnen Adam” nitelemesi bir payanda gibi beyan edilmişti. Bir slogan gibi takdim edilmiş olsa da, aslında O’nun ilk gençlik yıllarından itibaren yaşadığı hayatın çeşitli safhalarında bilinçle yürüttüğü mücadelesinin içeriğinde saklı bir ilke olarak her daim yer almıştır. Onun için üniversitedeki öğrenciliğinde olsun, asistanlık ve hocalık görevlerinde olsun, davasının gereği olarak bilmecburiye yöneldiği sanayi-ticari, özellikle de ‘60’lı yılların sonlarında siyasi alanda olsun “Direnen Adam” niteliği bir simge olup “sabitkadem üzere” yol alışının direnç noktası olarak kalmıştır.

• Evet, rahmetli Prof Dr. Necmeddin Erbakan hocadan söz ediyorum. Oldum olası, yaşadığım süreçte bir takım gayrı resmi kuruluşlarda isteğim ve iradem dışı bazı görevleri üstlenmek durumunda kalmam hariç tutulursa, yöneticilik ve fiili siyasette sorumluluk almaktan hep uzak durmaya çalıştım. Memuriyet hayatında da ancak görev gereği bazı sorumluluklar üstlensem de, kendime “yöneticilik” refleksine kaptırmamaya özen gösterdim. Bunu ne bir övünme vesilesi şeklinde, ne de yetersizlik olarak söylemiyorum. Nice bir zaman önce elime aldığım ve hayatın anlamını onun mahiyetine uygun kullanılmasıyla algıladığım “kalem”in hakkına bağlılık adeta belirledi. Sözü şöyle bağlamak gerekiyor sanırım:

• “Direnen Adam”’ın “davası”, onun mücadele menzillerini ve safhalarını belirlemiş olmalıdır, diye düşünüyorum. Fakat mücadele menzil ve safhaları onun asıl dışa yansımayan kimlik ve kişiliğinin vazgeçilmezleri olarak görülmemelidir. Elbette kişiliği, hangi menzil ve safhalarda olursa olsun, mücadelesinin ciddiyetine engel sayılmadı. Nitekim siyasi mücadele sürecinde ortaya koyduğu görüşleri, kararları, uygulamaları, geçmişte anlama çabası gösterilmediği için yeterince değerlendirilmemesine rağmen, günümüzde ne kadar önemli olduğu, en azından üzerinde düşünülmeye değer nitelik taşıdığı fark edilmeye başlanmış gibidir. Sözgelimi “Adil Düzen” tanımı içinde “savaş değil barış”, “çatışma değil diyalog”, “sömürü değil adil paylaşım”, “önce ahlak ve maneviyat” ibareleri, herhalde birer “hayal ürünü” şeklinde değerlendirilemez. Özellikle “D-8” tasarımı ki bir mühendis olması itibariyle “plan” olgusunu rastgele ele alamayacağı da düşünülürse, emperyalizmin bu denli pervasızlaşmasına imkân vermeyebilirdi. Elbette bu ve benzeri düşüncelerin beslendiği bir tahayyül dünyası olmalıydı. Ancak hayal edilenler gerçeği doğurur ve beslerler.

• Öz olarak Erbakan hoca ve adeta miras olarak bıraktığı ve her daim yeni şartlar ölçeğinde geliştirilip zenginleştirilecek nitelik taşıyan “Milli Görüş”ün temel ilkeleri ortadadır: Bağımsızlık, onun bir gereği olarak her türden sömürüyü ve emperyalizmi ret, bilim ve teknoloji, bunların tezahürleri sanayileşme ve kalkınma, bütün bunların dayanması gereken “milli” ruh ve kavrayış.

• Başta Saadet Partisi olmak üzere Erbakan Vakfı ve diğer kuruluşların bu konuda gösterdikleri duyarlıkları tebrik etmek gerekiyor.

• Ruhu şad olsun. Rahmet dilerim.