Giriş
Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesinden buyana
Türkiye, Başkanlık sistemini tartışmaktadır. Başkanlık sistemini isteyen
kesimler, başkanlık sisteminin her derde deva olduğunu, bugünkü parlamenter
sistemin her türlü kötülüğün, çözümsüzlüğün ve bunalımın kaynağı olduğunu
savunmaktadır. Buna karşılık Türkiye de başkanlık sistemine karşı olanlar da
başkanlık sisteminin Türkiye yi diktatörlüğe götüreceğini, çok daha vahim
sonuçlar doğuracağını ileri sürmektedirler. Genel olarak her iki kesim de
başkanlık sisteminin yapısı, muhtevası, ne getirip ne götüreceğini
tartışmamakta, kamuoyunu bu noktalarda aydınlatmamaktadır. Başkanlık dendiğinde
ilk akla gelen ABD sistemidir. Her iki kesim de meseleyi, Sayın Cumhurbaşkanı
Erdoğan üzerinden ele almakta ve tartışmaktadır. Sloganlar ve şahıslar
üzerinden meseleyi tartışmak, gelecekte, bizi büyük bir mayınlı arazının içine
getirip sokabilir. Meseleyi Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan ın şahsı üzerinden
değerlendirip ele alanların ve onu her derde deva görenlerin, onun bir beşer
olarak ölümlü olduğunu (2 Alı Imran 144) asla unutmamaları gerekir. Erdoğan
sonrasında laik, liberal, ulusalcı bir başkanın gelmesi ile Müslüman camianın
nelerle karşılaşabileceğini şimdiden düşünmelerinde fayda vardır. Birleşik bir
Türkiye yi, eyaletlere ayırıp ayrı bayraklarla ve yönetimlerle donatmanın,
gelecek on yıl içerisinde Türkiye ye bedelinin ne olacağını da göz önüne
almaları gerekmektedir. Ayrıca Başkanlık sisteminde, genel olarak, ikiden fazla
partinin meclise girme şansı olmayacağına göre değer eksenli bir mücadele veren
partilerin meclise girip giremeyeceklerini, Müslüman/İslamcı/Dindar/Millici
camia, kendi arasında tartışmalı ve düşünmelidir. Cari
liberal-kapitalist-materyalist ve Batı kültür ve medeniyet değerlerine göre
kurulu bir sistemi, şimdilik kuvvetlendirmekten başka bir anlam taşımayan
Başkanlık sistemini, bu kadar içten savunmak, çok ciddi zihinsel bir kaymanın
sonucu olmalıdır. Laik, kapitalist-materyalist, Batı kültür ve medeniyet
değerleri üzerine Lozan da kurulan cari sistem, revize edilmiş Ilımlı İslam
(!) projesi ile kendine yeni bir hayat bulmaya çalışmaktadır. O nedenle hem
milli hem de İslami değerlerimize yabancı olan cari sistemin felsefi
temellerinin Müslüman/İslamcı/Dindar/Millici camia tarafından tartışılması daha
öncelikli bir görev ve sorumluluk olmalıdır.
O nedenle geçen yazıda başkanlık sistemi ile
laiklik/sekülerlikten hangisinin düşünsel, felsefi boyutlu ve teknik olduğunu,
hangisinin taktik ve stratejik bir konu olduğunu sorduk. Varılacak sonuca göre
o konu, öncelikli olarak sorgulanmalı ve de tartışılmalıdır. Bu iki konu
birbirine de bağımlı değildir.
Bize göre Yeni bir anayasa yapım sürecinde, sistemin
felsefi temelini oluşturan Laiklik/Sekülerlik öncelikli olarak ele alınıp
tartışılmalıdır. Bundan dolayı Meclis Başkanı İsmail Kahraman ın Yeni Türkiye ve Yeni Anayasa adlı
konuşmasında, Laiklik bir kere yeni anayasada olmamalıdır , tarifi
yapılmalıdır , Dindar anayasa meselesinden
anayasamızın kaçınmaması lazım demesi üzerine, başlatılan tartışmaların
yararlı olduğuna inanarak laiklik/sekülerlik yazı serisini başlattık. Ne yazık
ki AKP, MHP yöneticileri ve İslami ve milli hassasiyetleri öne çıkan yazar,
düşünür, kanaat önderleri ve gönüllü kuruluşlar, başlatılan tartışmayı
derinleştirmeyip aniden sonlandırmışlardır. Bu ani ve sert refleks, Meclis
Başkanı İsmail Kahraman ın geri adım atmasına sebebiyet vermiş, akabinde
yaptığı yazılı basın açıklamasında laikliliği savunmuştur. Buna karşılık
laiklik/sekülerliği savunan kesim ise tam bir taarruz başlatarak toplumu tek
yanlı olarak bilgilendirmiş ve yönlendirmiştir. Cumhuriyet Tarihi boyunca da
benzer tavırlar ortaya konarak laiklik ve sekülerlik üzerinden yürütülen
psikolojik harekât ile yol boyu, Müslüman camia tehdit edilmiş ve hakarete
uğramış, hatta mahkûm edilmiştir. Yürütülen psikolojik harekâtın sonucunda,
Müslüman camia içerisinde laikliği benimseyen, kafası karışık bir insan unsuru
ortaya çıkmıştır. Bu ülkenin asıl sorunu istikamet sorunu, kimlik sorunu,
kültür ve medeniyet sorunudur. Bundan dolayı Din , sekülerlik ve laiklik
kavramlarının taşıdığı anlamların tartışılmasında fayda vardır. Bu nedenle
önceki yazılarımızda Sekülerlik / Laiklik , Sekülarizim/Laisizm ve
Sekülerleşme/Laikleşme kavramları hem esas manaları hem de Istılahı manaları
ele alınıp değerlendirilmiştir.
Burada da, Din kavramının esas ve Istılahı manaları ele
alınıp değerlendirilecektir.
Kur an Ve Sünnet Dini Nasıl Tanımlamaktadır
Din kelimesi, dil yönünden incelendiğinde; baş eğmek ,
itaat etmek , hakkını almak , ödünç almak , borç etmek , borç vermek ,
adet edinmek , baş eğdirmek , zorlamak , hesaba çekmek , idare etmek ,
ceza veya mükâfat vermek ve hizmet etmek gibi anlamları bulunmaktadır(1-3).
Kur an-ı Kerim de dinin bütün bu anlamları, birbiri ile
bağlantı kurularak kullanılmakta ve 6 boyutlu bir uzay tanımlamaktadır:
Birinci Boyut: Yüce, yüksek egemenlik sahibinden gelen
üstünlük, galibiyet ve mutlak hâkimiyet. Tek ve mutlak otorite.
İkinci Boyut: Bu yüce, tek ve mutlak otoriteden gelen
değerler sistemi ve yol ve istikamet gösterme.
Üçüncü Boyut: Bu
yüce egemenlik sahibi otoritenin verdiklerine karşı kendini borçlu hissedip ona
boyun eğmek, itaat etmek, tapınmak, hizmet yapmak, ibadet yapmak.
Dördüncü Boyut: Yüce egemenlik sahibi otoriteden gelen değerler
sistemini benimseyip hayata aktaran İnsan, İnsan Topluluğu, Cemaat, Millet,
Ümmet olmak.
Beşinci Boyut: Yüce egemenlik sahibi otoriteden gelen
değerler sistemine ve vazedilen nizama karşı insanın gösterdiği tepki ve
takındığı tavra bağlı olarak vazedilen ödül ve ceza sistemi.
Altıncı Boyut: Yüce egemenlik sahibi otoriteden gelen
değerler sistemi çerçevesinde fıtrat üzerine inşa edilen fikri ve ameli
nizam .
Kur an-ı Kerim de Din kelimesi, bazen birinci ve
dördüncü manada (40 Mümin 64-65; 39 Zümer 2,3, 11-17; 16 Nahl 52; 3 Âli imran
83; 98 Beyyine 5); bazen ikinci ve üçüncü manada (10 Yunus 103,104; 12 Yusuf
40,76; 30 Rum 26-30; 24 Nur 2; 9 Tevbe 36; 6 Enam 137; 42 Şura 21; 109 Kafirun
6); bazen beşinci manada (2/130, 135; 3/95; 4/125; 6/161; 16/123; 22/78), bazen
de altıncı manada (51 Zariyat 5,6; 107 Maun 1-3; 82 İnfitar 17-19), bazen de 6
manayı da içerecek şekilde kullanılmıştır (9 Tevbe 29, 33; 40 Mümin 26; 3 Âli
İmran 19, 85; 8 Enfal 39; 110 Nasr 1-3).
Mevdudi, Kur an da
Din kavramına yüklenen asıl anlamın, bu altı boyutu ihtiva eden anlam alanı
olduğunu ifade etmektedir(1). 9 Tevbe 29 ve 40 Mümin 26 da, din kelimesine
yüklenen bütün anlamlar, birlikte yer almaktadır:
Kendilerine kitap verilenlerden, Allah a ve ahiret
gününe inanmayan, Allah ın ve Peygamberinin haram ettiği şeyleri haram
tanımayan, hak dini din olarak kabul etmeyen kimselerle, zelil ve hakir (olmuş
bir halde) kendi elleriyle cizye verecekleri zamana kadar muharebe edin. (9
Tevbe 29).
Ayette Allah ın ve Peygamberinin haram ettiği şeyleri
haram tanımayan tabirinde; aile hayatından, topluma ve günlük hayatın tanzim
edilmesine kadar tüm ilişkilere ilişkin kanun, kural ve kaideler dile
getirilmektedir. Daha açıkçası Allah ın ve Peygamberin vazettiği genel
hükümlerle inşa edilen bir sistemin varlığından bahsedilmektedir. Hz.
Peygamber, 9 Tevbe sûresinin 31. ayetini, Onlar Allah ı bırakıp hahamlarını,
papazlarını ve Meryem oğlu Mesih i rableri olarak kabul ettiler. Oysa tek
ilâhtan başkasına kulluk etmemekle emrolunmuşlardı. Ondan başka ilâh yoktur.
Allah, koştukları eşlerden münezzehtir. (9 Tevbe 31) okuyup aşağıdaki şekilde
yorumlarken, din kelimesindeki 6 boyutun nasıl bir bütünlük içerisinde
olduğunun da güzel bir örneğini vermiştir:
Aslında onlar, bunlara (ruhbanlarına) tapınmadılar,
ancak bunlar (Allah ın haram ettiği bir şeyi) kendileri için helâl kılınca
hemen helâl addediverdiler, (Allah ın helâl kıldığı bir şeyi de) kendilerine
haram edince hemen haram addediverdiler. (4)
Hz. Musa nın Firavun a karşı verdiği mücadeleyi anlatan
ayetler incelendiğinde, tarafların dini, yukarıdaki 6 boyutlu bir uzay
çerçevesinde anlamlandırdıkları çok rahat görülebilir. Bu nedenle Firavun, Hz.
Musa ya; Ey Musa, sizin Rabb iniz kimdir (20/49) diyerek ilk tepkisini
göstermiştir. Hz. Musa Firavun a verdiği cevapta, Firavun un dışında daha üst
bir otorite olarak Allah ı, Rab olarak adlandırmış ve onun yol göstericiliğini
dile getirmiştir (20/50). Bu cevap karşısında Firavun un, önde gelenlere
hitaben; Ey önde gelenler, sizin için benden başka bir ilah olduğunu
bilmiyorum. (28/38) demiştir. Sonunda (yardımcı güçlerini) topladı, seslendi;
dedi ki: Sizin en yüce Rabbiniz benim. (79/23-24) Firavun un çevresine bu
tarzda bir konuşma yapmış olması, Rab kelimesindeki derin anlamı çok iyi bilmiş
olmasından dolayıdır.
Eğer en yüksek otorite Allah ise hayat onun emir ve
direktiflerine göre; yok eğer en yüksek otorite Firavun sa hayat onun emir ve
direktiflerine göre tanzim edilecektir. Hz. Musa ile Firavun arasındaki
tartışmanın Rab kavramı etrafında şekillenmesinin ana nedeni budur. Hz.
Musa nın getirmek istediği Dinin anlamını, Firavun kavminin önde gelenleri ile
sihirbazlar da Firavun gibi anlayıp benzer tepkiyi göstermişlerdir (7/127;
20/63).
Firavun: Bırakın beni dedi, Musa yı öldüreyim; varsın
Rabbine yalvarsın! Çünkü Ben O nun, dininizi değiştireceğinden, yahut
yeryüzünde fesat çıkaracağından korkuyorum. (40 Mümin 26) demiş olmasının
sebebi, Hz. Musa nın anlattığı Dinin, sadece ibadeti içeren bir inanç sistemi
değil; hayatın tamamını yeni değer sistemine göre bir bütün olarak tanzim etme
boyutuna sahip olmuş olmasından dolayıdır. Firavun un endişesi, yeni dinin, var
olan toplumun sadece ibadete ilişkin değerlerini değiştirmek istemesi değil;
aynı zamanda halkın içinde yaşadığı ve kendisini bağımlı hissettiği kurallar,
kaideler ve kanunlar bütününün oluşturduğu bir nizam ve bir yaşam tarzını da
değiştirmek istemesidir. Bunu için Hz. Musa yı fesat çıkarmakla, bozgunculuk
yapmakla suçlamaktadır.
Kur an ın bu boyutu ile Din kelimesini, Hz. Yusuf
olayında da kullandığını görmekteyiz:
Böylece (Yusuf) kardeşinin kabından önce onların
kaplarını (yoklamaya) başladı, sonra da onu kardeşinin kabından çıkardı. İşte
biz Yusuf için böyle bir plan düzenledik. (Yoksa) Hükümdarın dininde
(yürürlükteki kanuna göre) kardeşini (yanında) alıkoyamazdı. (12/76).
Sonuç: Dinler Hayatın Tümünü Tanzim Etmek İsterler
Dinin anlam alanını yukarıdaki altı boyut ile
tanımladığımızda ve Firavunun Hz. Musa ya karşı tavrını göz önüne aldığımızda,
temel olarak iki farklı eksende iki farklı din anlayışının olduğunu
söyleyebiliriz.
İki farklı Din ekseni nedir ve neye göre
şekillenmektedir Bu bağlamda Tevhid Dini ile Şirk Dini arasındaki ilişki
nedir Eğer iki farklı ana, temel din varsa, Sekülerlik/Laiklik bu dinlerden
hangisi ile irtibatlıdır (Devamı Var)
Kaynaklar
1- Mevdudi, Kuran ın Dört Temel Terimi, Özgün Yayıncılık,
İstanbul, 1999, S:123-137
2- Attas N., İslam ve Laisizm, Pınar Yayınları, İstanbul,
2002, S: 69-99
3-Ünal A., Kur an da Temel Kavramlar, Beyan Yayınları,
İstanbul, 1990, 122-132
4- Tirmizî, Tefsir, Berâe, (3094).