Zorlama; tehdit veya vaat ile olabilir. Genelde zorlama deyince güç kullanma, iktisadî, siyasi ya da psikolojik baskı gibi olumsuz şeyler anlaşılsa da ekonomik, siyasi ya da başka türlü vaatler de zorlama kapsamında değerlendirilmelidir. Fakat İslam Tarihi boyunca ehil kimseler tarafından, insanları İslam’a ısındırmak için bir takım faaliyetler yapıldığını da unutmamak gerekiyor. Burada ecdat “Allah, hayırlı işlerde ısrarcı olmayı pek sever” hadisi şerifi ile amel etmiştir.
2. “Dinde zorlama yoktur.” Yani kimse Müslüman olmaya zorlanamaz. Bu durum, ayeti kerimede “Dileyen iman etsin, dileyen de iman etmesin” şeklinde ifade buyurulmuştur. Zira insanları tehdit, baskı ya da bir takım vaatlerle iman etmeye çalışmak; onların münafık olmasına sebep olmaktadır. Bu yüzden İslam’ın Mekke döneminde münafık yoktu. Çünkü Mekke’de bedel ödemek vardı. İslam Medine’de güçlendikten sonra münafıklık ortaya çıkmıştır. Aynı şekilde Musa AS’ın otoritesi veya Davud ve Süleyman’ın AS krallıkları döneminde Allah’ın dinine tabi olan Yahudiler; bu peygamberlerin vefatından sonra dini terk etmişlerdir.
3. Fakat İslam dinini kabul eden kimse; dininin gereklerini yerine getirmeye zorlanır. Bu yüzden had (şer’î cezalar) ve ta’zîr (idari yaptırımlar) cezaları vardır. Diğer taraftan Efendimiz SAV; on yaşına gelmiş olan çocuklara namazın emredilmesini ifade buyurmuşlardır. Ayeti kerimede de ailemize, akrabamıza, eş ve çocuklarımıza namaz kılmanın emredilmesi emir buyurulmuştur. Zira dinin hükümlerini terk etmek; insanların dünya ve ahirette mutsuz olmasına sebep olacaktır. Daha açık ifade ile dinin emirlerini terk etmenin sonu cehennemdir. Nasıl ki intihar etmek isteyen kişiyi kurtarmak ya da hasta olduğu halde tedaviden kaçan bir yakınımızı tedaviye ikna etmek için gerektiğinde ısrar edip hatta bu kişilerin rızaları dışında hareket ediyorsak; sevdiklerimizin ve yakınlarımızın yanlıştan kurtarılması için gerektiğinde ısrarcı olmak ve onları yönlendirmek, Müslüman olmanın gereklerindendir. Zira biz intihar etmek isteyen birini “özgürlük var” diyerek kendi haline bırakamayız; onları kurtarmak için elimizden geleni yaparız.
4. Bir doktorun hastalığı teşhis etmesi nasıl ki bir hizmet ve iyilik ise insanlara hatalarını söylemek de onlara iyilik etmektir. Zira hatayı düzeltmenin ilk yolu, hatayı kabul etmekten geçer. Aynı şekilde tedavi de, hastanın hastalığını kabul etmesi ile başlar. Bir başka örnek olarak insanlara yaklaşan bir sel ya da deprem felaketini haber vermenin onlara kötülük etmek olmadığını verebiliriz. Nasıl ki çocuklarımızın dünyevi hatalarına müsaade etmiyor isek manevi hatalarını da aynı şekilde düzeltmeye çalışmalıyız. Bir bardağı kırdığı ya da bir sınavda başarısız olduğu için çocuklarına kızan ya da ceza veren bir anne babanın; bir vakit namazı terk eden çocuklarına “dinden soğutmamak lazım” gibi çeşitli bahanelerle müsamaha göstermesi akıl kârı bir iş değildir.
5. İnsanları dine ısındırmak için onlara taviz vermek yani bazı haramları işlemelerine veya bazı farzları terk etmelerine müsaade etmek; onları münafık olmaya sevk etmektir. Fakat haramların terk edilmesi ya da farzların uygulanmasında tedricilik uygulanabilir. Yani insanlara bir kötülük alıştıra alıştıra bıraktırılabileceği gibi farzlar da yine bu şekilde derece derece uygulattırılabilir. Yine de burada nihai hedefin farzlara ve haramlara riayet etmek olduğu unutulmamalı; asla Allah Teâlâ’nın emir ve yasakları hafife alınıp ihmal edilmemelidir. “Sevdirin nefret ettirmeyin” veya “zorlaştırmayın kolaylaştırın” gibi hadisi şerifler ; tedriciliği ve Allah’ın emir-yasaklarının güzel bir üslup ile uygulanmasını ifade etmektedir.
6. Müslüman olmuş kimseleri, İslam dininin gereklerini yapmaya yönlendirmek için ödüllendirmek ya da cezalandırmak da meşrudur. Örneğin içki, zina ve iftira günahlarına ceza vermek; savaştan kaçanı cezalandırmak; cihada gidene ganimet vaat etmek; devlet işlerinde para ve makam ile ödüllendirmek gibi. Firavun ve Ebu Cehil’in ordusunda sadece para için savaşa katıldıkları halde kâfir olarak ölüp cehenneme gidenleri örnek vermek; meselenin izahı için yeterlidir. Özetle burada amaç; insanlara istedikleri/ihtiyaç duydukları şeyleri vererek onları Allah’ın razı olduğu şeylere hizmet ettirmeye çalışmak esastır. “Siyaset, imkân sanatıdır” yani siyasette aslolan, bütün imkânları, Allah’ın koyduğu temel prensiplere aykırı davranmamak şartıyla, insanların dünyevi ve uhrevi menfaatlerine/yararlarına kullanmaktır. Selçukluların, haçlı savaşlarında, haçlı elebaşları ve kaleleri için ödül vadederek Türkmen aşiretlerden istifade etmeleri; İslam’ın yayılması ve sınır boylarının muhafaza edilmesi için ganimet vaadiyle Türkmen aşiretlerin sınırlarda iskân edilmesi, bu konuda verilecek en güzel örneklerdendir. Burada son olarak sosyal, siyasi ve iktisâdi uygulamalarda en temel prensibin “maslahat” olduğunu hatırlatmak isteriz.
1) Bakara, 256.
2) Kehf, 29.
3) Tâhâ, 132.
4) Buhârî, İlim, 12.