Kimse bu da nereden çıktı demesin! Sorun, yıllardır “Ben geliyorum” diye bağırıyordu. Onun için bugün geldiğimiz noktada, dershaneler konusunda olup bitenler çok doğal şeylerdir. Hatta geç kalmış bir sonuçtur dershanelerle ilgili etki ve tepkiler! Kimse kendini de, birbirini de kandırmasın, kimse başını kuma sokmaya kalkışmasın, kimse “karşı tarafı” suçlama gibi tek taraflı söylem geliştirmesin!

Dershaneler konusu suhuletle ve sükûnetle enine boyuna düşünülmesi ve hesaplanması gereken bir husustur. Çünkü mesele sadece “dershane meselesi” değildir. Hatta tuhaf gelecek ama “Hocaefendi”nin samimiyetine inanıyorsanız, kendisinin dahi böyle bir talepte bulunmuş olmasını doğal görüyorum. Çünkü ortada kontrolden çıkan ve çıkmış olan büyük bir güç var. Bir insanın tek başına bu gücü kontrol etmesi mümkün değildir. Hele işin içine bir de uluslararası boyut girince durum daha da vahim bir vaziyet almaktadır.

Artık dershaneler, bir dönem yüklendiği misyonunu ifa ettiyse, samimi ve hizmet ehli bir insan olan Hocaefendinin, bu noktadaki “fiilî” ve “sözlü” duasının, “dîn-i mübîn”e ve “ümmet-i Muhammed”e zarar verilmemesi istikametinde olduğunu ve olacağını düşünüyorum. Çünkü “Devlet yönetiminde ben de varım!” demeye başlayan ve bunun kavgasının veren “cemaat”, bunun yerine “hizmet”i kendine şiar edinseydi ve her bir erk kendi kulvarında koşsaydı daha samimi olurdu. Bu hususun, bundan sonra kitleler nezdinde nasıl karşılandığı ve çıkan bu problemin ne şekilde çözüldüğü, gelecekte müslümanlar arasında olabilecek birtakım nâhoşluklar adına önemli bir gösterge olacaktır.

Ne yazık ki dershanelerin “dönüşüm”üne karşı çıkanlar, nefislerini kontrol etme noktasında değiller; söylemleri ve dolayısıyla muhalefetleri hiç de “hizmet anlayışı”yla bağdaşmamaktadır. Oysa “karşı taraf” olarak görülen ve devleti temsil edenlerin de “dinlenilmesi” gerekir, belki de yapılanlar da “hayır” vardır, bu da hayra “hizmet”tir. Aksini nereden biliyoruz ki Sakinleşebilmek için biraz geri durup tefekkür etmek, “hizmet” açısından daha doğru olur diye düşünüyorum.

Gelinen noktada dershanecilik “sulanmış” ve “sulandırılmış”, hatta dershaneler sağ ya da sol birtakım ideolojilerin beslendiği yerler haline gelmiştir. Ancak, “cemaatin dershaneleri” bu büyük resmin net olarak görülmesine engel olmuş ve olmaktadır. Burada en göze çarpan husus, geçmişte “dershaneciliği” çok iyi değerlendiren cemaatin öne çıkması ve mütedeyyin halkın, çocuklarını daha güvenli bir yer olarak gördükleri bu dershanelere göndermesidir.

Bazılarını tanıdığım için özellikle söylüyorum ki bu dershanelerde görev yapan iyi niyetli idealist genç öğretmenler, aşkla ve şevkle hizmet ettiler. Onların samimiyeti, ihlâsı olmasaydı, böyle bir başarının yakalanması mümkün olmazdı. Bu başarı tablosunda gerek şahısların gerekse kurumların, televizyon, gazete ve dergilerde yapılan “reklamlar”ının payını da unutmamak gerekir.

Ancak bu şişirmelere ve dervişin şeyhi uçurmasından farksız yaklaşımlara rağmen, buralarda görev yapan genç öğretmenlerden bazıları, kendileri adına ileriyi görerek ve istikballerini düşünerek, verilen bu “gaz”la hayatın idamesinin mümkün olmadığının farkına varıp, ilk fırsatta “devlet okulları”na öğretmen olarak atanmanın yollarını aradılar ve buldular.

Dershanecilikte yüzde yirmi beş payı bulunduğu ifade edilen cemaati bir kenara bırakarak, hedefin yüzde yüzüne bakmadan ve buralarda olup bitenleri iyice görmeden ve doğru okumadan, dershanelere yönelik “dönüşüm”e körü körüne hücum noktasında olmak, “söyletmen vurun” mantığından başka bir şey değildir.

Dershaneler ülkemizde yaşanan olağanüstü dönemlerde elbette çok büyük hizmetler ifa etmiş, birçok gencin istikbalini kurtarmasına vesile olmuşlardır. Hatta bunun tersini söylemek de mümkündür. Hemen itiraz etmemek gerek, çünkü birçok genç, öğrenciler arasında yapılan haksız muameleleri görerek öğretmenine ve dershaneye küsmüştür.

Anadolu liseleri ve üniversitelere kayıt sırasında, öğrenciler gittikleri dershanelere göre fişlenmiş, bazıları kendilerini gizleyerek ikiyüzlü davranmanın kârlı olduğu kanaatiyle güya durumu idare etmiş; hayata da riyakârlığı öğrenip uygulayarak başlamak durumunda kalmışlardır.

Bugün gelinen noktada artık dershanelerin miadını doldurduğu, hatta doldurması gerektiği kanaati hâsıl olmuştur. Hani askerlikte tatbikat eğitimi sırasında rahat nefes alabilmek için “Tehlike geçti” denir ya, artık ülkemizde de normalleşme hız kazanmış ve dolayısıyla herkesin rahat nefes alması, herkesin evine dönmesi gerekmektedir. “İki arada bir derede olmak” gibi ağır bir yük, taşınmaz hale gelmiş ve bunun sonucu olarak öğrenci ve ailelerin psikolojisi bozulmaya başlamıştır.

“Artık” ülke hepimizindir, “zulüm” dönemleri gerilerde kalmıştır. İşte burada gemiyi bir “bütün” olarak düşünmek lâzım! Şimdi geminin içinde bulunanların bir bölümünü kurtarmak yerine, her bölümdeki insanın mutluluğu bizim hedef kitlemiz olmalıdır.

Devlet okullarında yüz binlerle ifade edilen “öğretmen” görev yapmaktadır. Onların hakkını yememek gerekir, onları daha iyi motive etmek ve daha iyi şartlarda yaşamalarına ve görev yapmalarına imkân sağlamak için gayret göstermek lâzımdır. Okulların başarısını dershanelere aktarmak ve onların payına da başarısızlığı kaydetmek büyük bir ayıp ve haksızlıktır.

Gerçekten ülkenin her bir yerinde büyük bir özveri ile görev yapan öğretmenlerin yetiştirdiği gençlerin başarısını, birtakım alicengiz oyunlarına başvurarak elde etmek kimseye bir şey kazandırmaz. Bu haksız rekabetin önüne geçmek gerekir. O öğretmenlerin de yetiştirdikleri öğrencileriyle gurur duymalarına fırsat vermek lâzımdır.

Şu husus kesin olarak bilinmektedir ki eğer sizin bir beceriniz, bir kabiliyetiniz yoksa dershanenin size katacağı bir şey yoktur. Dershaneler reklam için “yetenekli ve çalışkan öğrenci”ye taliptir. Başarısız öğrenci onlar için sadece “sermaye”dir. Elbette hiçbir kimse yıllar içinde emek vererek kurduğu ve semeresini gördüğü “tezgâh”ının bir anda dağıtılmasını istemez, ancak devlet, bunu da dikkate alacağını ilân etmekte, kendilerine yardımcı olmayı istemekte ve kimseyi mağdur etmemenin yollarını aramaktadır. Önemli olan bundan sonrasının, “ortak akıl”la çözümler üretilerek kalıcı plan ve programların altına imza atmaktır.

Herkes elini vicdanına koyup, kimseye “husumet” etmeden ve buna yeltenenlere fırsat vermeden olup bitenleri ferasetle karşılaması gerekir. Okullar olmasaydı dershanelerin hiçbir kıymeti harbiyesi olmazdı. Bu arada dershaneleri savunacağız diye âyet ve hadislerle “din”in devreye sokulması hatta alet edilmesi hiç de hoş olmadı, olmuyor da!

DR. İHSAN ALPEREN