Ekim 1949’da Çin Halk Cumhuriyeti’nin ilanıyla Çin’de yeni bir dönem başlamış oldu. Japonya Savaşı, Pekin ve Şangay işgali, Çen Kay Şek kuvvetleriyle yaşanan iç savaş, Mao devrimi gibi zorlu bir gündemin ardından kurulan bu Cumhuriyet, ekonomik olarak büyük bir darboğazın içine doğmuştu.

Tarihler 1978 yılını gösterdiğinde ise Çin Halk Cumhuriyeti için bir dönüm noktası yaşanmış; Deng Xiaoping rakiplerini alt ederek iktidara gelmişti.

İktidara gelişinin ardından ülke turuna çıkan Deng, Güneybatı eyaletlerini gezerken Çin'in yaşadığı açlık ve sefaleti görünce derinden etkilendi. Hatta Komünist Parti üyelerinin, "Herkesin evinde sadece birkaç hayvan var. Kimsede daha fazla özel hayvan yok” sözlerine, "Bizim idealimiz eşit fakirlik değil, eşit zenginliktir” sözleriyle karşılık vermişti. Bu değerlendirmeleri bugün Çin için kullanılan “Yarı komünist, mahcup kapitalist” tanımlamasıyla birlikte düşünmek onun zihin dünyasının daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır.

Ziyaretlerini bitiren Deng, o günlerde bugünkü Çin'in planlarını kafasında çoktan kurmuştu. Başkent Pekin'e dönen Deng ünlü 4 açılım politikasını başlattı. Tarımda, sanayide, eğitimde ve dış politikada ülkesi için önemli addedilecek kararları işte o ziyaretin ardından aldı. Mao'nun benimsediği Sovyet tarzı yönetimde büyük değişiklikler gerçekleştirdi. Hatta kendisini komünist ideolojiden sapmakla suçlayanlara ünlü, "Kedinin siyah veya beyaz olması önemli değildir. Önemli olan onun fareyi yakalamasıdır” yanıtını verdi.

Açılım politikasının ardından Deng; Japonya, Malezya ve ABD'ye bir dizi ziyaret düzenledi. Bu ziyaretle birlikte yeni bir devrim yaşanırken Çin’i dış dünyaya açarak önce ülkesine yüksek teknolojiyle birlikte dış sermayeyi, ardından da dünya borsasının dikkatlerini üzerine çekti.

Deng, Çin’i olabildiğince Soğuk Savaş'ın dışında tutmaya çalıştı. Çin'in ABD ve Sovyetler Birliği ile rekabet edemeyeceğinin farkındaydı ve yarınları planlıyordu. Bu stratejiyle ülkesini uzun süreli rekabete hazırladı. Bugün karşımızda bulunan manzarada ise Çin, Deng devriminin meyvelerini topluyor.

Dünya gündemiyle ilgilenen okurlarımız, Pekin’in birkaç gün önce Şanghay İşbirliği Örgütü Zirvesi'ndeki gövde gösterisini yakından takip etmiştir.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Kuzey Kore lideri Kim Young-un’u yanına alan Çin lideri Xi Jinping, Batı dünyasına adeta meydan okudu.

Devasa askeri geçit töreni ve bu törende yeni teknolojiye dayanan silahlarla Çin, yeni dünya düzeninde kendisinin de müttefikleriyle beraber yer alacağı mesajını verdi. 1991 sonrası hiç kimse Batı'ya karşı böyle güçlü bir mesaj vermemişti. Çin bugün ekonomik gücüne, teknolojideki üstünlüğüne ve oluşturmaya çalıştığı yeni doğu bloğuyla küresel rekabetin yeni bir sütununu oluşturmaya çalışıyor.

Peki, güçlenen Çin bizim için ne vaat ediyor?

Şu an daha çok Tayvan ve ABD ile rekabete odaklanan Çin'in birtakım başka planlarının olduğu da gayet açık.

Çin’in bu hızlı yükselişi akıllarda bazı soruları da doğal olarak beraberinde getiriyor. Çin'in Doğu Türkistan meselesini sadece Batı’nın elinde bir kart olarak görmekten vazgeçip, doğru analiz etmesi ve Uygur halkının haklı taleplerini dikkate alması kendisi için de şüpheleri bertaraf edecektir. Çin’in bugün Orta Asya, Pakistan ve Afganistan'a doğru nüfuz alanını genişletme girişimleri var ve eğer Doğu Türkistan sorunu adil bir çerçevede çözülmeden bu şekilde devam edilirse, bu durum Çin’in bölgesel ilişkileri açısından sürdürülebilir olmayacaktır. Türkiye'de başta liman projeleri olmak üzere artan yatırımları olan Çin, Türk halkının Uygur meselesindeki hassasiyetini de dikkate alarak yol almaya çalışmalıdır.

Türkiye’nin Şangay İşbirliği Örgütü üyeleri ile ticari bağlarını, ilişkilerini güçlendirmesi tabi ki önemlidir. Ancak bunun olabildiğince “karşılıklı bağımlılık” esasına göre yürütülmesi, daha sağlıklı sonuçları da beraberinde getirecektir.

Bugün tüm eksileri ve artılarıyla, iyi ve kötü yönleriyle Çin, tüm dünya için yakından takip edilmesi gereken bir ülkedir. İçe kapanık ekonomiden yüksek teknolojiye ulaşan Çin, aslında kısa-uzun vadeli hedeflerin ve devlet planlama disiplininin ülkeyi önemli bir güce çevrilebileceğinin örneğini ortaya koyuyor.