Bir önceki yazımızda olduğu gibi bu ve bundan sonraki yazıların ekseriyetinde de “Bir taş at/Bir taş daha at/ Bir şiir ateşle/ Bir yumruk yükselt” dizeleriyle başlayan, birçoğumuzun Malik El Şahbaz’a atfettiği fakat Tim Blunk’a ait o meşhur manifesto yazılarımızın omurgasını oluşturacak. Hafızam beni yanıltmıyorsa yıllar önce okuduğum bir haberde bu manifestoyu ilk olarak Hakan Albayrak, Malcolm X Grassroots Movement (Malcolm X Taban Hareketi) adlı İngilizce bir siteden Türkçeye tercüme ederek 2000’li yıllarda Millî Gazete’deki köşesinde yayımlamış. Biz de bundan mülhem yazının omurgasını 13 yıl Amerika hapishanelerinde mahpus olan Tim Blunk’ın manifestosuna, yazının ruhunu ise siz kıymetli okurlarımıza emanet edip, ilerleyen günlerdeki yazılarda da aynı şekilde uzun yola çıkmaya hüküm giyelim istedik. O halde buyurun başlıyoruz:
Bir şiir ateşle
Bir zât-ı muhterem İslamcıların hâli pürmelali hakkında koskoca bir konferans vermiş, güzel insan merhum Bülent Parlak abi bir şiirle halletmiş meseleyi, sözü yormadan:
''Tanışmıyoruz artık
Bir zamanlar aniden buluştuğumuz arkadaşlarla
Biraz sarhoş ediyor herkesi devlet ve ihaleler
Hâlbuki devrimcileri överek bitirirdik akşamı
Ve gençliğimizi
Demek ki yokmuş
Onların hiç sevmeleri''
Bir çocuk yetiştir
Mustafa Soykök hocamızın Sahih Dindarlık kitabını hâlâ okumayanlar ne çok şey kaybettiğinin farkında mı? İşte sarih bir zihin algısı inşa eden o kitaptan, eğitimi dert edinenlere:
"Masum çocuklar, masum yürekler, masum ağızlarından çıkan masum dualar diriltecek bu ümmeti. O halde bir çocuğun yüreğinden tut. Çocukluğu kurumamış bir gence çay ısmarla. Yüreğini tutacak masallar anlat ona. Çocuklar yeni bir dünya kuracak..."
Bir kitap oku
Ahmet Uluçay’ın güncelerini okuyorum. Aşklarını, heyecanlarını, derdini, en çok da acılarını… Alıp götürüyor insanı. Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak isimli filmini yeniden izliyoruz. Berberin çırağı sanki yeniden ‘‘Acemi nalbant nal çakmasını gavur eşeğinde öğrenirmiş, sende tıraş etmeyi bende öğrendin’’ diyor. Ahmet Uluçay, kitabın kapağında, ‘‘Bunca acıya değer mi?’’ diye soruyor ve yine cevabını kendisi veriyor: ‘‘Film yaparım, yaparız değil mi yüreğim? Değil mi dünyanın en yaramaz çocuğu? Seninle neler olmaz? Senin tanık olduklarına kim tanık oldu şimdiye kadar, sık dişini yüreğim…” Ama kalemle, ama sinemayla… Elbette bunca acıya değer!
Sesini yükselt
Kutlu Nebi’nin izinde, onun sözleriyle Allah için ayağa kalkalım:
Peygamberimiz Bedir Savaşı’ndan önce "Eni göklere yer kadar geniş olan cennete girmek üzere haydi kalkınız" deyince Umeyr İbn Hümam, elindeki birkaç hurmayı atarak, "Eğer şu hurmaları yiyinceye kadar yaşarsam bu çok uzun bir hayat olur" der. Ve şehit oluncaya kadar müşriklerle çarpışır.
‘‘Muslim, İmare 145’’
Şehitleri an
Sarılınca tüm hücreleriyle saran, güle sevdalı başkan: Adnan Demirtürk... Kâh Samsun’da, kâh Anadolu’nun karış karış herhangi bir toprağında. Programdan programa bir ömür sürdü. Rivayet odur ki; evlendiği günün akşamı Vakfıkebir’de programı vardı. Saat 20.00’de başlayan programı 22.30’da sona ermişti. Adnan Bey’in programı bittikten sonra nikâhları kıyıldı. Yine bir program dönüşünde dört arkadaşıyla Rabbine yürüdü. "Tılsımı bozmayın, tılsım kanlı bir kefenle Allah'ın huzuruna çıkmaya sevdalı olmaktır’’ demişti ve aynı o hal üzere şehadet şerbetini içti. Yaptıklarını bir marifet değil bir mağfiret vesilesi olarak gördü. Saatlerini zafere ayarladı. Geriye bıraktığı koca bir dava ve hocasına hitaben fetih şöleninde haykırdığı o cümleler kaldı: -Hocam sizin yıllar önce ‘‘tohum saç bitmezse toprak utansın / hedefe varmayan mızrak utansın / Hey gidi küheylan koşmana bak sen / çatlarsan doğuran kısrak utansın’’ diyerek saçtığınız tohumlar işte karşınızda Milli Gençlik olarak geldiler! Senin o programda ismen hitap ettiğin herkes bir bir gitti ama milli gençlik yine hep olduğu yerde Adnan ağabey…
Bir hayal kur
Erbakan Hocamız, takvim yaprakları 1994 yılını gösterirken Meclis kürsüsünde elinde İslam dinarını göstererek “Bu elimde gördüğünüz şey atom bombasından daha tehlikeli” demişti. Erbakan Hocamızın elinde gösterdiği İslam dinarının, İslam ülkelerinin resmi para birimi olduğunu hayal edebiliyor muyuz?
Bir damla gözyaşı akıt
Abdurrahman bin Avf oruçlu iken önüne mükellef bir iftar sofrası getirilir. Sofra önüne gelince göz ucuyla bir bakar ve dilinden şu sözler dökülür:
Musab ibn Umeyr, Uhud Savaşı’nda şehit edildi. O benden daha hayırlı idi. Ama kefen olarak bir kaftandan başka bir şeyi yoktu. Onunla da başı örtülse ayakları, ayakları örtülse başı açıkta kalıyordu. Sonra dünyalık olarak her şey bize verildi. “İyiliklerimizin karşılığı dünyada peşin verilmiş olmasın! Bundan endişelenmekteyiz” deyip ağlamaya başladı. Hatta iftar yemeğini de yemedi, terk etti. (Buhârî, Cenaiz 27, Meğazî 26)