Susmak: Kelimelere ihtiyaç hissetmeksizin söyleyeceği şeyi içerisinde demlemesidir insanın. Sanılmasın ki rıza göstermektir o. Biriktirmektir en son kurulacak cümleyi. Susmak yani sükût “ikrardan gelir” der büyüklerimiz. Ya peki ikrar nereden gelir Tabi ki sükûttan. Susmak en derin kabul olduğu kadar en kuvvetli itirazdır da. Düşünmeye en yakın olan hangisidir Konuşmak mı yoksa susmak mı İnsan sustuğu zaman etrafında her bir şeyi susturmuş, kımıltısız halde yeniden yorumlamış ve tanımlamış olur ki, biz buna tefekkür diyoruz. Söz gümüşse sükût altındır diye boşuna dememmişler. Her kim ki sükûtun gramerine uygun biçimde susuyorsa sahih bir sessizlik içerisindedir. Lakin bir geri çekiliş, bir mesuliyetten kaçış ve nemelazımcılık üzere susuyorsa “dilsiz şeytan”a öykünmüş olur ki bu da fasit bir susuştur.
Bir erkek olarak susmak: Susmanın cinsiyeti olmasa da toplumsal örfe göre biz erkeğin susuş durumuna göre ona anlamlar yüklemekte mahirizdir. Kimi zaman konuşsa bir erkek kendini sustuğu kadar derin anlatamaz. Ya çaresizlik benliğini çepçevre kuşatmıştır, ya yaşadıkları karşısında ses etmektense pes etmeyi yeğlemiştir. Sorumluluk girdabı içerisinde çoluk çocuğu yerine de susar bir baba. Bir kelime etse hayatın büyüsü bozulacak ve sebeplerin buzlu camı çatlayıp kırılacaktır sanki. Bir evde bir erkek susuyorsa faraza orada durmak ve de korkmak lazımdır bazen. Çaresizliğin kokusu sarmıştır her yanı. Bilenmeye hazır hınç ve tutulmaya hazır kin de böyledir. Sessizlikle beraber gelir. Şairin dediği gibi: “kin, susturur insanı; adına çıdam denir/susulunca tutulan çetele simsiyahtır” (İsmet Özel)
Bir kadın olarak susmak: Erkek söz ise kadın sözün özüdür. Erkek fikirse kadın ana fikirdir. Bir şeyin özü ve anası olmak kelimelere en az ihtiyaç duyarak hayata hükümet etmektir. Bu konuşulması gereken yerde susmak değildir. Sükût suretinde konuşmaktır. Bu sebepten erkek düzyazı ise kadın şiirdir diyebiliriz. Kadın sırası gelince konuşandır elbet. Kadının sırasına gelince, o erkekten öncedir. İslam’ın gerçek anlamda yaşandığı devirlerde kadın söz konusu edilen değil söz sahibi olandır hep. Camide konuşur, Halife Ömer’e “O üzerindeki elbiseyi hangi para ile aldın ” diye hesap sorar. İlimde, sanatta, eğitimde ve ticarette hep konuşandır kadın. Bazen fiilen, bazen gönül diliyle bazen de lisanen; ama hiçbir zaman sessizlik içerisinde kaybolan değildir.
Nezaket ve adab-ı muaşeret insanlık örfünde insan ilişkilerini belirler. Formu değişse de çoğu yerde görgü kuralları toplum için bağlayıcılık arz eder. Kur’an’ın Hucurat Suresi bu anlamda çok somut bir örnektir. Hucurât sûresi 1-2-3-4-5- ayetler: “Ey imân edenler. Allah’ın ve Resulünün önüne geçmeyin. Seslerinizi O Peygamberin sesinin üstüne yükseltmeyin. Kiminizin kiminize bağırarak konuştuğu gibi onun huzurunda sözü yükseltmeyin. Yoksa hiç farkında olmadan amelleriniz eriyip gider”
Bu ayette olduğu gibi konuşmanın ve söylemenin kendisi değil, muhataba göre söyleyiş tarzı eleştirilmektedir.
Kadın ve erkek nezaket ve söz söyleme usturup ve adabı noktasında eşit hak ve sorumluluğa sahiptir.
Aynı şekilde mesajın anlaşılmasını engellemek gibi bir sıkıntıya sebep oluyorsa “susmak” bir vecibedir.
Nitekim Araf suresi 201.ayette: “Kur’an okunduğu vakit onu dinleyin susun ki size rahmet edilsin” ikazında da aynı hassasiyeti görüyoruz.
Alınganlıklar kurduğunuz cümleyi ne kadar tashih etseniz de deforme eder.
Hele bir de yanlış anlamaya uyarlanmış bir zihin yapısına sahipseniz bin dereden su getirseniz muhatabınızı yine de razı edemezsiniz.
Eskiden insanlar bir araya gelip konuşmadıkları için anlaşamıyorlardı, şimdi tam tersi oldu, artık çok konuştuğumuz için anlaşamıyoruz.
Konuşmak iletişime değil iletişimsizliğe yarıyor.
Oysa hep bir ağızdan konuşacağımıza teker teker sussak ne dediğimiz daha kolay anlaşılacak.
Kadın gibi, erkek gibi, çocuk gibi… Hülasa insan gibi susalım.