Geçen Haftanın Özeti: Gazetelerden

Aynı kalıbın insanları

 

Millî Gazete’nin 18 Eylül 2013 Çarşamba nüshasının haber sayfasında okudum, Menderes’in Çakırbeyli köyünün muhtarı Mehmet Demir’le yapılan bir ajans röportajını. Sizin de birkaç cümlesini tekrar okumanızı istiyorum.

[“O dönemde köylüleri olarak kan ağladık. O günleri çok iyi hatırlıyorum. Köylüler gözyaşlarını belli etmeye bile korktular. Hatta bize, neden Aydın’da hareketlilik olmadı, diyenler oldu. O dönemde nasıl olabilirdi Karşınızda TSK vardı.”]

Gözyaşlarını belli etmeme günlerini yaşayan ebeveynlerimizi, komşularımızı, bakkalımızı, pazarcımızı, okul önünde bekleyen simitçimizi gördük biz o çocukluk çağımızda.

Öyle yaşamanın nasıl bir yaşamak olduğunu anlatmak bugün bize düştüğü için Çakırbeyli muhtarının dediklerinden girdik konuya ey gençlik!

27 Mayıs ihtilalini meşru kılmak için 1960 Haziran’ında yayına başlatılan bir CHP yayın organının Kasım sayısından aldım buı kapakta yayımlanan karikatürü. (TEF)

“Yeniden doğuş”landırılan İnönü o gün 76 yaşındadır.

Ülkedeki ortalama yaş çizgisini çoktan geçen İnönü, neden kendi küllerinden doğuş’landırılmıyor da, başkalarının ölümü kullanılıyor

İnönü “yeniden doğuş” olurken bu ülkede kim veya ne “yeniden ölüş” olmuştur

Not: Memecan’a tepki gösteren kartelcilerin, bu karikatürü alkışlanacak karikatür diye bayrak yapmalarında bizce bir mahzur yoktur.

Sözümüz sizedir ey gençlik!

[“Menderes’e dair de gazetelerde sabık başvekilin sahibi bulunduğu meşhur Çakırbeyli çiftliğinin yirmi yıllık bekçisi Özcan’ın bir konuşması yayınlanıyordu. Bu konuşmasında, Özcan bir çok gerçekleri halk efkârının gözleri önüne sermekteydi. Menderes’in yaptığı ve yaptırdığı propagandanın sahteliğini anlamak için bu satırlara bir göz atmakta fayda vardır:

“Bütün bir memleket çiftlik haline getirildikten sonra Çakırbeyli Çiftliğini kim arardı.”

Bu sözlerin sahibi Mustafa Özcan, sabık Başvekil Adnan Menderes’in şahsına ait olan “Çakırbeyli” Çiftliğinin 20 yıllık bekçisidir.

Menderes’in kendi sabık, adamları dahi yıkılan istipdat idaresinden şikâyetçidirler. Nitekim bekçi Mustafa Özcan, çiftlikte beraber çalıştıkları arkadaşlarının hissiyatına şöyle tercüman oluyordu:

– “Ah bey, bu idarenin kötülüğünü burada ağaçların altında dahi söylemek imkânsızdı. Adaletsiz idareye ait size bir misal vereyim:

Bey (Adnan Menderes) kendisi milletin parasını kimseye sormadan har vurup, harman savururken bana 200 lira aylık veriyordu. 20 yıldır burada çalışırım, bu ücrete bir kuruş zam yapmak aklına bile gelmemiştir. Yalnız ben mi Burada güneşin altında sabahtan akşama kadar çalışan bütün arkadaşlarım yokluk içinde kıvranıyoruz.”]

İhtilalden hemen sonra Çakırbeyli’ye gidilir ve orada çalışanlarla, (!) mesela bekçi Mustafa Özcan’la böyle bir röportaj yapılır.

Çakırbeyli Çiftliğinin bekçisi Mustafa Özcan, röportajdan da anlaşılacağı üzere, bütün diğer Türkiyeliler (!) gibi dört gözle bekliyormuş ihtilalin yapılmasını. İhtilalciler onu da kurtarmışlar.

O röportajı hemen almış Vecdi Bürün ve geçmiş sayılarımızda bahsetmek durumunda kaldığımız “Kansız İhtilal” kitabına koyuvermiş.

Çakırbeyli Çiftliğindeki bir ağacın altında dahi Menderes idaresinin kötülüğü söylenemiyorsa, 27 Mayıs cuntacıları ihtilal yapmasınlar da ne yapsınlar Üstelik Menderes’in çiftliğinde çalışanlar yokluk içinde kıvranıp dururken (!)...

Bunları bil ey gençlik!

Sabah Gazetesi’nin 18 Eylül 2013 Çarşamba nüshasında Nazlı Ilıcak’ın “Menderes zehirlendi mi ” başlıklı yazısından aktaracağımız bir paragrafı da Çakırbeyli muhtarının söylediklerinin ışığında değerlendir ey gençlik!

[Silahlı Kuvvetler Birliği cuntasının bir üyesi olan Faruk Güventürk ile sonraki yıllarda konuşmuştum. Söylediklerine “27 Mayıs Yargılanıyor” kitabımda yer verdim: “Binden fazla mektup almışımdır. Telefonlar... Gece yarısı eve telefon ederlerdi. ‘Hele bir asın, çoluğunuzu çocuğunuzu yok edeceğiz; hele bir kıllarına dokunun.’ Öyle bir hava yaratıldı ki, bunları asmadın mı Silahlı Kuvvetler korkmuş duruma gelecekti.”]

Nazlı Ilıcak inanmış cunta üyesi Faruk Güventürk’ün dediklerine...

Gece yarıları ihtilalcilerin evlerine telefon edenler... Ne cesur insanlarmış o günlerde evlerinde telefon olanlar. O günün İstanbul’unda, Ankara’sında kaç telefon varmış ki evlerde

Dahası, binden fazla mektuptan bahsediyor ihtilalci general. Nereye koymuş, nereye bağışlamış o mektupları Binden fazla mektubu koyacak yer bulamadığı için sobada mı yakmış ihtilalci general Neden hiç şikâyetçi olmamış o belgeli tehditçilerden

Halbuki o günlerde gazeteler ihbar mektupları yağdığını yazıyorlardı.

Sığındığı bu gerekçelerin onu getirdiği kanlı noktayı dahi göremiyor ihtilalci general.

Silahlı kuvvetlerin korkmuş olmaması için... Yani asmak cesurlukmuş...

Bir ordu korkmadığını, bağlı olduğu hükümeti düşürmek ve üyelerini asmakla mı belli eder

Sonra korkuları gidermek, muhtıra vermekle geçmediği için mi bir ihtilal daha yapıldı bu ülkede

Sonra, sonra tankları yürütmek de mi korkmuş olmamanın bir gereği sayıldı.

27 Mayıs’ın binden fazla mektup alan, gece yarılarında telefon konuşmaları yapmak durumunda kalan generali kendisini anlatmış.

Peki, nerede diğer ihtilallerin böyle generalleri Onların evinde telefon mu yokmuş Yoksa postacılar adreslerini bilmiyorlar mıymış

Ya da, öncekinde telefon ettik, mektup yazdık da ne değişti Yine de astılar, deyip, (telefon ve mektuplu) tepki vermekten vaz mı geçmişti insanlarımız

Cevabını arayacağımız çok soru var bu ülkede ey gençlik!

Üstlerini çizdi

Bir karikatür yahut bir mizah hikayesi neyi, nasıl anlatmalıdır

Bu soruya bir cevabım var: Bir uzaylı gelse ve dünyaya ayak bastığında ilk karşılaşacağı, ilk bakacağı, ilk okuyacağı şey, bir karikatür veya bir mizah hikayesi olsa...

Burada ne anlatılmak isteniyor Bu karikatürün çizilmesini gerektiren veya bu hikayenin yazılmasını mecbur kılan olay ne idi Nasıl bir geçmiş üzerine çizildi ve yazıldı bunlar

Böyle sorular, bunun gibi sorular, bunlara benzeyen sorular sormasın isterim o uzaylı.

Baktığı o karikatür veya okuduğu o hikaye, biz neyi anlamışsak, o uzaylıya da onu anlatıvermeli.

Gördüğüm veya çizilmesini hayal ettiğim her karikatür, okuduğum veya yazdığım/yazmak istediğim her mizahi hikaye benim bu cevabımın kapsama alanında olsun isterim.

İlk defa dünyaya, Türkiye’sinden ayak basan bir uzaylı, Sabah Gazetesi çizeri Memecan’ın, kartelciler tarafından linç girişimine tabi tutulan o karikatürüne baksa, hemen anlamaz mı “Gezi ruhu”nun ne olduğunu Soru sormak gelir mi aklına (18 Eylül 2013 sabah)

Aslında kartelcileri tetikleyen Memecan’ın Mısır’daki CHP’liler karikatürüdür. CHP’nin ihtilalciliğini, ihtilal özlemini öyle güzel ve itirazsız ve üstelik uzaylıların dahi hemen anlayacağı şekilde çizivermek, daha mı kanına dokunmasın kartelcilerin, Gezi’cilerin (05 Eylül 2013 Sabah)

“On yılda bir ihtilal”in gecikmesi değil midir onları böyle çıldırtan Mesele ağaç değil derken, anlatmak istediklerinin “Darağacı” olduğunu, bu ülkede uzaylılar bile anlamışken...

Devam Memecan...

Taksim’in altından işleyecek trafiğe yol verildi, haberinden sonra meydanı hiç beğenmediğini yazmış kartelin devşirmesi. Zevkini, Gezi’cilere ve kartel gazeteleri okuyucularına kabul ettiren ünlü, havası da cabadan.

Hani, beni böyle havalar mahvetti, diyor ya şair. İşte onun gibi... İstanbul Belediye Başkanımız aramış devşirmeyi. Bilgilendirmiş telefonla. Beğenmesi için diller dökmüş. Yani bir belediye başkanı da mahvolmuş böyle havalardan.

Yeraltı geçitleri yapmayan/yapamayan CHP’li belediyeler yıllarından kalmış bu çizgiler.

Belediyenin “yapılacak” demesini, bizzat belediyecilerin nasıl anladığını çizerek anlatmış usta.

Not: Devşirme o günlerde yaşasaydı, şikayetçi olur muydu; bizim tuttuğumuz tarafı iyi göstermiyor diyerek...