“Bu anlaşmanın onaylanmasından itibaren Bakü-Ceyhan Boru Hattı yapıldıktan sonra muhakkak günlük şu anda 700 bin varil petrol akmaktadır.

Biz Türkiye olarak bu boru hattının işletmesiyle mükellefiz.

Buradan elde edilen gelir de varil başına 1 dolar 27 sent civarında. Uluslararası hukuka uygun inşa edilmiş.

İşletmesinin Türkiye’nin yaptığı, gelirinin tamamının Türkiye’ye, devlete geldiği ve Sayıştay denetimine tabi olan son derece sofistike, son derece biz taraftan varlığıyla onur duyduğumuz bir hattın…”

Sosyal medyada dolaşan bu konuşma, AKP sözcülerinden Özlem Zengin’e aittir.

Rahmetli Hasan Bitmez, Meclis’te, “Katil İsrail, işbirlikçi AKP” pankartını göstere göstere son konuşmasını yaparken, AKP sıralarından yapılan hücumları, protestoları organize eden, tezahüratların dozunu tayin eden AKP Sözcüsü Sayın Özlem Zengin’in, eline tutuşturulan metni okurken telaffuzunda zorlandığı bu izahat cümlelerinde iki kelime var, dikkatleri çeken: Sayıştay ve sofistike.

160. Kuruluş yıl dönümünde “Sayıştay’a ayar” başlığında duyurulan, Sayın Erdoğan’ın “Denetimini, sadece açık arama veya ceza penceresinden bakarak yapmaması gerektiğini düşünüyorum” buyurduğu Sayıştay hakkında, Sayın Özlem Zengin’in teminat göstermesinin üstüne söz yazacak değiliz.

Ceyhan-Bakü Boru Hattının işletmesiyle mükellefiz, diyerek Türkiye’ye görev ve sorumluluk yükleyen Sayın Zengin, rakamlarını duyurduğu kazancın Türkiye’ye, devlete geldiğine inandırma amacı güderken, “Sayıştay denetimine tabi” vurgusuyla da, güvenme tereddütlerini önlemeye çalışmıştır.

Sofistike kelimesine geçmeden, camilerimizde yaşanan ve cami görevlilerinin de (imam ve müezzin diyemedik) yaşadığı, Sayın Özlem Zengin telaşının benzerinden bahsetmek istiyorum.

Cuma günleri, hutbelerin sonuna ilave edilen, Diyanet İşleri Başkanlığının emri gereği, makbuzsuz yardım toplama duyurusuna, tepkiler almış olmalı ki ilgili görevli, şüphesi olanlar gelip bakabilirler, sayımı bir heyet yapmaktadır ve tutanak tutulmaktadır, gibi emniyet verici bir cümle de kullanmaktadır.

Aylardır İsrail'e akıtıldığı konuşulan, yazılan petrol kazancını, Türkiye-Devlet- Sayıştay üçgenindeki bu anlatımıyla onur duymaya taşırken, “sofistike” kelimesinden lojistik destek sağlanması da çok belirgindir Sayın Zengin’in.

Lügatlarda “çok gelişmiş, çok karmaşık, çok özel iş” anlamı verilen "sofistike" kelimesini Sayın Zengin’e okutanlar, dahasını siz anlamazsınız, verilen rakamları çarparak kazancımızı hesaplayın, emrinin ilanını yaptırmışlardır.

Kurtuluş Savaşını “Hattı müdafaa yoktur” diyerek kazanmış bu milletin meclisinde, Bakü-Ceyhan boru hattı, işte böyle müdafaa ediliyor!

KÜP SUYUNU ÇEKMEDEN İKİ YAZAR, NE YAZAR

“Yüksek yargının alçak noktaları” koymuş 15 Eylül 2025 tarihli yazısının başlığını Ekrem Şama ağabey.

AKP yetkililerinin sayılarına yüz binlerden oluştuğunu açıkladıkları “Aktrol” sıfatlı insanlardan şikayeti var.

“Her yazdığımız yazıdan sonra peş peşe sinkaf dahil, yedi göbek sülalemiz dahil ana babamız dahil, eşimiz evladımız dahil, ağza alınmayacak küfürlerle hakaret etmekteler.”

Nereden öğrenmişler demeyeceğiz, Şama ağabeyin ağıza alınmayacak küfürler dediklerini. Çünkü tepkisinden belli olur insanın kalitesi. Dindar nesil yetiştirmek iddiasıyla oy toplayanlara, bir önceki partilerinde çok emek vermiştir Ekrem Şama ağabey. Bu konudaki baş tanık ise Sayın Erdoğan’dır.

Son 25 yılın mahsulü olduğunu kuvvetle tahmin ettiğimiz o “Aktrol” klinik vak’alarına kaşı 57 dilekçe ile şikayetçi olan Şama ağabeye henüz dönen bir cevap yokmuş. Üzüntüsünü “Anlaşıldı ki, makam olarak yüksek yargının alçak notaları da mevcut” cümlesinde yansıtmasını okuyunca, rahmetli Serdengeçtimiz Osman Yüksel’den dinlediğimiz bir anekdotu hatırladık.

Dil Tarih’te okuduğu yıllar. Milli Şef devri. Hasan Ali Yücel, Maarif Vekilidir. Bir arzuhal yazmıştır Osman Yüksel, öğrenim hakkının iadesi için. Arkadaşları elinden alıp, işleme koydurmamasına rağmen, o arzuhal, “Maarif Yüksek Vekaletinin, alçak vekiline” hitabıyla ünlenmiştir.

Ekrem Şama ağabeyden bir başka Millî Gazete (internet) yazarına, İsmail Fatih Ceylan’ın makalesinin çağrışımına geçiyoruz. “Erbakan ile Demirel’in kavgası”nı yazmış 16 Eylül 2025 tarihli yazısında.

Makalenin bir yerinde, o zamanlarda sağ camiada oluşan standart Demirel tanımı yapılmış; “Oysa” bağlacıyla başlanan bir cümlede.

“Oysa Demirel seçim meydanlarında Allah diyor, Peygamber diyor, Ezan diyor, Bayrak diyor, Milliyetçilikten bahsediyordu.”

Sevgili Ceylan’ın anlattığı kavga, rahmetli Erbakan Hoca’mızın TOBB Başkanlığındaki mücadelesiydi.

Trabzon’a “Allah, Peygamber, Ezan, Bayrak, Milliyetçilik” konuşmasını icraya giderken, “Ne pahasına olursa olsun; elimizde mahkeme kararı var” talimatıyla hücum ettirdiklerine, rahmetli Erbakan Hoca’mızın verdiği cevap, bir hukuk destanıdır. Not: Kimse başka zamanların, başka olaylarıyla kıyaslamasın. Yani biz karışmayız.

“Bu memlekette kanun mu hüküm sürüyor, yoksa keyfi idare mi? Siz devlet memurusunuz, huzur ve asayişi sağlamakla mükellefsiniz. Yoksa müstebit ve tekelcilerin sözcülüğünü yapmaya mecbur değilsiniz. Asıl olabilecek üzücü hadiselere siz sebebiyet verirsiniz. Lütfen Odalar Birliğini terk edin. Ben Birliğin meşru ve seçimle işbaşına gelmiş genel başkanıyım; tepeden inme veya tayinle değil.”

Bu ülkede Allah, Peygamber, Ezan, Bayrak diyerek seçim kazanan merhum Demirel’e yüklenen hatayı, sevgili Ceylan’dan alalım: “Milliyetçi ve dindar insanlar zamanla tasfiye edilirken, Masonluğuyla bilinen kimi şahıslar köşe başlarına getiriliyordu.”

Merhum Demirel’den bugüne, “İsrail bizim dostumuzdur.” “İsrail’in güvenliğinden sorumluyuz” ve benzeri hiçbir cümle aktarılmamıştır.

Türkiye’nin İsrail ile ilişkileri o gün de vardı. Üstelik Meclis denetimindeydi. Başbakan Demirel’in aynı gün geldiği İsrail’e tekrar gitmesini, “Neyini unuttun?” sorusuyla gündem eden ve Meclis’e taşıyan bir Erbakan da vardı.

BİZ BİZE BENZERDİK AMA FAKAT LAKİN

“Recep’in Kahvesi”ne uğradım yine. Herkesin evinin yolunu tuttuğu akşam saatinde, tek başıma kalmıştım, dersem yanlış olmaz.

Masanın üzerine bırakılan gazetelerden sadece birine, kalemlerinden kan damlayan yazarların boy gösterdiği, en muhalif olanına, tahammülüm yettiğince, şöyle bir baktım.

Gözüme çarpan ilk haber üçüncü sayfadaki bir Sayın Erdoğan haberiydi. “Erdoğan, Netanyahu’yu Hitler’e benzetti” başlığı, önü mikrofonlu Sayın Erdoğan resminin altındaydı.

Netanyahu’nun “Bay Erdoğan” diye başlayan bir beyanatına cevabı, bir yerleşke temel atılması töreninde yaptığı konuşmada vermiş Sayın Erdoğan.

Doğu Kudüs’e sahip çıkarken, Netanyahu’ya “Kuyruk acılı, Hitler özentisi tip” demiş.

İkinci gördüğüm haber de aynı sayfadan.

Gençlerin çalışmaya ve sabretmeye teşvik edilmesini, bir muhalif parti başkanından isteyen gazeteci Sayın K. Alpay (Akit) bahis konusu ettiği politikacıya “Charlie Kirk” benzetmesi yapmış.

Amerika’da öldürülen benzetilen kişinin varlığından, sanıyoruz benzeten Sayın K. Alpay da, olayın adliyeye intikal etmesinden sonra haberli olmuştur.

Bir gazeteci bir benzetme yapmak için illa Amerika’dan bir ses mi bekler? Bilmem şu kadar yıllık Türk tarihinde hiç mi kimse yok, benzeyene örnek olacak, onu çağrıştıracak?

Akit yazarı K. Alpay’ın benzeyen sıfatı verdiği politikacı Ümit Özdağ, söz konusu edilmesini yüksek zeka ve üstün karakter övgüsüyle karşılamış.

Recep’in kahvesindeki gazeteden okuduğum bu iki haber bana yeter dedim ve evin yolunu tuttum. Memleketin bütün meselelerini ben mi bilecektim, ben mi çözüm üretecektim? Diğer insanlarımızın haklarına da saygı duymalıydım. Zira herkesin her zaman ve her yerde söyleyeceği bir şey mutlaka vardır.

Konu benzetilen ve benzeyen ve benzeten olunca, Yeşilçam’ın efsane oyuncularından merhum Sadri Alışık’ı anmazsak olmaz.

Bir TV programında anlatmıştı.

58 Şevrole diye tanımlanan dolmuş taksilerden birine yolcu olduğunda, önde oturan delikanlı tanımış hemen ve iltifata başlamış, son seyrettiği filmdeki rolünü anlatarak.

Merhum Sadri Alışık, itiraz etmiş o delikanlıya. Galiba benzettiniz, o ben değilim gibi bir cümleyle.

Delikanlı ısrarcı, Sadri Alışık merhum hayır derken, delikanlı inmiş taksiden. Olayı izleyen şoförün, o dakikadan sonra söylediği cümleler çok enteresan. Gülerek tekrarlamıştı Sadri Alışık merhum.

“Beyefendi değilim diyor. Çocuk ısrar ediyor. Bari bir adama benzetse ya beyefendiyi. Tutmuş bir artiste benzetiyor.”

Aralarında ortaklık bulunan iki varlıktan, güçlü olandan zayıf olana aktarma yapılmasını, yani zayıf olanın güçlüye benzetilmesini, okuduğumuz edebiyat derslerinde “Teşbih” sanatı diye öğrenenlerden biri sayılan ben, benzeteni konu ederek üzüntümü belirtmezsem olmazdı.

Sözüm benzeten gazeteci K. Alpay’adır. Bu ülkenin bir politikacısı, ki hiçbir fikir ve eylemine katılmayacağım Sayın Ümit Özdağ olsa da, bir Amerikan havlamacasına neden benzetilir?
Amerika aşkı mıdır, yoksa birbirimize sevgisizliğimiz, tahammülsüzlüğümüz mü, yeterli sebeptir?

TEK TİP GAZETE TEK TİP OKUYUCU

Millî Gazete’mizin sitesindeki bir haberin vinyeti sosyal medyada çok dolaştı (17 Eylül 2025)

İktidarın beş gazetesine aynı cümle manşet yapılmıştı.

“İsrail’i durduracak güce sahibiz!”

Haberi okuyanlar nerede üretildiğini, kimin beyanatı olduğunu öğrenmişlerdir. Biz neden, niçin sorularına cevap arayacağız.

Gazetelerine aynı manşeti atan basın elemanları belki bilmezler, TV öncesindeki radyolu günlerde ve gazetelerin okunduğu o zamanlarda, “Pravda” adına makaleler yazılırdı. Komünist Rusya’nın resmi yayın organıydı. Hangi haber ne kadar ve nasıl bilinmesi isteniyorsa öyle yazardı. İtiraz yok! İktidarın bu beş gazetesini aynı manşet dolayısıyla benzetmek, teşbihte hata olmaz (olmasın) kuralına uygun bir durumdur.

Mısır’dan gelen bir ses de vardı o yıllarda. “Yarı resmi El Ahram gazetesinin yazdığına göre” diye haber okurdu TRT spikerleri. Yarı resmi haberin nasıllığını anlamaya çalışırdık. Lakin bizimkiler, yani iktidarımızı kayıtsız şartsız destekleyen ve gereğini yapan Ahmet Bey olmaya aday elemanların emek verdiği gazeteler tam resmi görünümlü. Bu günler kimin hayaliydi acaba? Yoksa bir ders mi veriyor, bilmediğimiz kanallar?

Sosyal medyadan aldığımız bir video paylaşımından bahsederek, beş farklı gazete elemanları olmalarına rağmen aynı manşetleri düşünen arkadaşlarımıza, tanıdılar mı, hiç okudular mı bilmem ama, son yazılarını “Erdoğan, Türk Birliğini kurdu” sevinciyle yazan merhum Rauf Tamer üslubuyla seslenmeyi sürdüreceğiz.

“Bugün ise asgari ücretle tam 445 litre mazot alına biliniyor. (Kuvvetli alkışlar. Yeni duyuyorlarmış.)

Asgari ücret alan bir vatandaş arabasının deposunu ayda on kez doldurabiliyor.”

Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan söylüyor bunları. “Biz de buradan Sayın Özel’e kısa bir mazot hesabı yapalım” girişiyle, seçilmiş seçkin insanların olduğu bir toplantıda söylüyor; gördüğümüz ve anladığımız kadarıyla.

Bu bilgilerle, bu hesabı yaparak, Sayın Özel’e verilmesi zorunlu bir cevabı herkese duyurmak, neden Sayın Erdoğan’a yüklensin?

Ülkenin iki yüz küsur üniversitesi var. Bir asgari ücret ve mazot alış-verişi hesabını yapamazlar mı? Yahut onca gazetecinin görevi ne? Zaten manşetleri otomatiğe bağlanmış. Oturup Sayın Özel’e bir asgari ücretli makaleler yazamazlar mı?

Merhum Rauf Tamer dememizin sebebine geldik. O, bu anda sözü yani yazısını şöyle bağlardı.

“Buldunuz ekonomist Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ı, mazot hesabını dahi yaptırıyor sunuz!”