SIFIR OLMANIN ANLATTIKLARI

Milli Takımımızın İspanya Milli Takımı karşısında 6-0 gibi net bir skorla mağlubiyeti nedenlerinin bir futbol yazısı girişinde, yazarın hafıza dökümüyle izahı, hatırlama gücümüzü tahrik ederken, hesaplaşma kulvarına da soktu bizi.

Eski Türkiye’de yaşanan, “Şerefli mağlubiyet” kamuflajıyla hazmı sağlanan ve 8-0’lık hezimeti, küçük ülke ve dev İngiltere mukayesesiyle onur saydıran Sayın Oray Eğin, yandaş sıfatlı yazarların ve trol parçalarının “Bugün o Türkiye yok!” klişesiyle girişiyor, muhalifleri püskürtme hücumuna. (Habertürk – 09.09.2025 – Şerefli mağlubiyetin faturası – Oray Eğin)

“Bugün o Türkiye yok. Bugün gayrı safi milli hasıla bakımından dünyanın 16’ncı, Avrupa’nın yedinci büyük ekonomisi Türkiye. Kendi silahlarımızı üretiyoruz, AVM’lerimiz ve gökdelenlerimiz var, önceki gün açıklanan orta vadeli ekonomik programa göre her sene artan miktarda daha fazla büyüme hedefleniyor.”

Bahis konusu yazının bu ikinci paragrafındaki “Büyük ekonomili Türkiye, silahlarını üreten Türkiye” tanımlarına takılmadık. Hatta, her sene artan miktarda büyüme hedeflenmesine de takılmadık; hükümet sözcülerinden sürekli duyduğumuzdan.

Dahası, ilk paragraftaki “Küçük ülke, İngiltere devi” kıyasını da okuyucularımızın tartılarına bıraktık; bilinçaltlarının korunmasına bir katkımız olursa diye.

“AVM’lerimiz var, gökdelenlerimiz var!”

Cumhuriyetinin 100. Yılını kutlamış bir Türkiye’de, Türklük gurur ve şuuruyla söylenecek bundan başka övünçlü bir cümle olabilir mi?

“AVM’lerimiz ve gökdelenlerimiz var!”

Bir başka yazısında inşaat halindeyken övgüler düzdüğü İstanbul Havalimanı için sonraları, “Daha çok AVM” tespitinde bulunan yazar Sayın Eğin’in bu en yeni, en taze gururlanması bizi aldı götürdü 70’li yıllara.

73 Genel Seçimleri yaklaşırken, Taksim Meydanı siyasi partilerin yegane miting alanı; doluyor, boşalıyor!

Sıradaki AP mitingini kürsüye yakın bir yerden izliyorum; diğer parti mitinglerinde de aynı yerdeydim.

Senatör adayı vali Vefa Poyraz konuşuyor; elleriyle meydanın güney-kuzey yönündeki otel inşaatlarını göstererek, “Türkiye gelişiyor, Türkiye büyüyor, Türkiye Avrupa’daki yerini sağlamlaştırıyor!” Alkışlar ve alkışlar…

İkisi de 75 yılında açılan ve adı Inter Continental olanın 77 1 Mayıs’ıyla anıldığı o otellerle övünmek, AP zihniyetinin en tipik örneklerindendi.

Vefa Poyraz’ın seleflerinden F. Kerim Gökay’ın yine aynı meydanda, İstanbulluları, “İşte paşam İstanbul” zamiriyle Milli Şef’e takdimini de ilgisi dolayısıyla hatırladık.

AP’li Vefa Poyraz’ın gökdelen tarzında yapılmış iki oteli işaret etmesine karşı, Küçük vali lakaplı F. Kerim Gökay’ın İstanbulluları göstermesi daha medeni, daha demokratik tercihtir.

Övünülen o otellerin seçimlere bir etkisi olmazken, F. Kerim Gökay’ın “İşte” zamiriyle etiketledikleri, 27 yıldır tüm seçimleri kazanmış İsmet Paşa’nın “Milli Şef”liğini yıkmış, Türkiye’mizi demokrasi yıllarına sokmuştu.

 

(MSP mitinginde çok celallenmişti rahmetli Erbakan Hoca’mız. Isparta adayımız rahmetli Muammer Dolmacı’nın seçim konvoyuna saldıran AP’liler üstünden Demirel’i hedef almıştı.

- Bana bak Süleyman!Partine ve adamlarına sahip ol. Bir daha vuku bulursa, sana neler yapacağımı, senden nasıl hesap soracağımı, sen iyi bilirsin!

Bu ikazdan sonra AP, ne kadar şucu, bucu cemaat elemanı varsa bünyesinde, hepsini cami kapılarına ve sokaklara düşürmüştü.)

AP’li Vefa Poyraz’dan tam yarım asır sonra, iktidara yakın duran bir gazeteci Sayın Eğin’in “AVM’lerimiz var, gökdelenlerimiz var!” sloganını çeyrek asırlık iktidarın kazanımı saymasını, Türkiye’nin neresine koyacağız?

Enflasyon mu? O da ne, diye sorduran; işsizlik mi? Unutalı çok oldu; işçi aranıyor ilanlı fabrikaların, şirketlerin hangisini sayalım, dedirten; hapishaneleri boşalan, ilk beş yüzde, yüz üniversitesi olan, diğer ülkelerde en çok seyredilen TV kanallarının varlığı kanıksanan bir Türkiye mi hatırlanır?

Kayıtsız, şartsız ABD emirlerinin uygulayıcısı Özal’dan miras, dikine pazar yeri işlevli AVM’lerle, içinde azılan, kaybolunan gökdelenlerin görünen icraatlar olduğu günlere geldik.

Övün, çalış, güven! AVM’ler var, gökdelenler var! Delinen bağırlar var!

GÜN OLUR AYA BEDEL ONBİR AY ASRA BEDEL

Meclis kürsüsünde Filistin askılı pozuyla şov yapmaya çalışan ve Saadet Partisi grubuna dönerek, “10 ay bile iktidarda duramayıp” diyen bir AKP’li vekil, ki adı Özlem Zengin değil, zira o kadındı, çok tepkili cevaplar almış sosyal medya platformlarında.

11 ay süren Refahyol Hükümetini, yirmi küsur yıldır örnek alamayan kapasite mahrumlarına anlatmak gibi bir çabamız olmayacak bizim.

Konuşmasının metnini yazan katiplerin arzusu hilafına metnin tamamını kürsüde okuma becerisi gösterememesini de eleştirmeyeceğiz.

Nereden nereye geldiğinin sosyal medyada dökümü de yapılan o AKP’liye özel yazılmış nutuk parçasından duyduklarımızı paylaşacağız.

10 ay bile iktidarda duramadı dediği rahmetli Erbakan’ı, Refahyol Hükümetinden önce, diplomalarıyla anlatacakmış.

Erbakan Almanya’da okudu, oradan da diploma aldı, diyorlar. Peki biz 22 yılda ne yaptık? Her vilayetimizde üniversite açarak, Almanya’ya gitmeden de diploma alınacağını gösterdik. 2002’de 76 olan üniversite sayımız bugün, yani Sayın Erdoğan’ın 2024 yılındaki bir konuşmasında belirttiği gibi 208 olmuştur.

10 ay iktidarda duramayıp, kime ne istedilerse veremeyenler, Meclis’te “Katil İsrail-İşbirlikçi AKP” pankartı altında konuştular. Sonra ne oldu? Bizim iktidarımızda 22 yıl doldu.

Bunları da diyecekmiş o AKP’li vekil. Nutuk yazıcısı katiplerin yazdıkları birkaç sayfayı yanına almayı unutmuş. Biz de bu kadarını duyduk.

“Gitsinler” korosunun radikalci elemanları, “Kalsınlar” korosundan olmuşlar. Anlatıcılar, bunları da dediler.

 

 

TESTİ HESABI YÜRÜRLÜKTEDİR ŞİMDİ

Geçmişte yaşamış kral ya da padişah sıfatları olan devlet yöneticileri, kronolojik tarih bilgileriyle anlatılırken, yaşanmış yahut üretilmiş fıkralarla da süslenir hayatları.

Fransızların XIV. Lui’leri ünlüdür. Dünyada en uzun, 72 yıl hüküm süren kral o imiş. Bizim darbı mesellerimizde “Sultan Süleyman’a kalmamış bu dünya” diye örnek verilen Kanuni’mizin padişahlığı dahi 46 senedir.

İşte o XIV. Lui zamanından nakledeceğimiz bu fıkrada, onun uzun krallığına emek verenleri görmek mümkün. Çok şükür, bizim şimdiki zamanımızda dahi böyle durumlar söz konusu değildir.

XIV. Lui’nin maliye bakanlarından meşhur Kolber için bir hicviye yazılmış. Kendisine haber vermişler. Kolber sormuş:

- Bu hicviye kralımıza dokunur mu?

- Hayır, dokunmaz!

- Öyleyse bana da dokunmaz.

İkinci fıkramız da o taraflardan.

İspanya krallarından Büyük Filip, Portekiz’in de sahibi imiş, ama bu ülkeyi kaybetmiş.

Ülke kaybeden bir krala ne olursa, Büyük Filip’e o olmamış. Bilakis tersi bir durum olmuş. Bunu saraydan biri şöyle anlatmış:

- Kralımız deliğe benziyor. Kaybettikçe büyüyor!

Birinci fıkraya koyduğumuz şükrümüzü, burada da tekrarlıyoruz. Çok şükür biz de böyle bir durum yok. Hatta 2026’da uzaya gidecekmişiz.

Eskiden her şey güzeldi, nerde o insanlar, o eski günler, yakınmalarına elbette bu fıkralardaki günler dahil edilmez; çünkü bizim bu taraflarda yaşanmamıştır.

Eski günleri hayallerimizle güzelleştirmeyi iyi bilmişiz. Daha iyi günler gelecek ve biz göreceğiz demişiz; mevcudun kıymetini az bildik belki.

Bugün 12 Eylül. Neler yaşandığını çok yazdık bu sayfalarda. İcabında hikayelerini kitaplaştırdık. Üstüne eklenen 28 Şubat da cabasıydı.

(27 Mayıs’ın faili, 12 Mart’ta hayal kırıklığına uğrayan alkışçıları, 12 Eylül’de sadece bize mi diyenler, 28 Şubat’ta intikam hesabına duranlar, hamallığını yaptıkları iktidarın yaşattıklarından müştekiler şimdi. Sözümüz onlara değil. Muhatabımız onlar değil. Demirel gibi söylersek, “Herkes işine baksın. Binaenaleyh derdine, hatalarına yansın.)

Geçmiş ve günümüz mukayesesinde, gelecek daha iyi gelecek hayallilerden bir şair, yaşadıklarımızın benzerini yaşadıklarında tarihe bir beyitle not düşmüş.

“Gerçi evvel bir idi, testi kıranla dolduran;

Dolduran maznun şimdi, belki makbuldür kıran!”

 

 

TİRİL TİRİL TROLLER KENDİ GİBİ BELLER

Köylerin şehirlere karışmadığı, elli kilometre ötedeki şehrin bir mahallesi sayılmadığı zamanlarda çocukluğumuzu yaşadık.

Kara lastik ayakkabılı köylülere, çarşı caddelerinde latifeyle karışık, biraz da tanıdık olması hasebiyle “Koca kunduralı, saf köylü” hitabıyla seslenen esnaf yamaklarını gördük. Köylülerin, böyle hitaplara alınmadıklarını ve gülümsediklerini de… Zira şehirliler kadar hile, hurda bilmediklerine onlar da inanıyorlardı.

Reşat Nuri Güntekin’in anlattığı, Hüseyin Rahmi Gürpınar romanında geçen “Andavallı” tanımı, bir Orta Anadolu köyü efsanesi olsa da, o köylülere karşı kullanmak kavga çıkaran bir ayıptı. Fakat Günaydın Gazetesi’nin magazin sayfasında okuduğumuz “Hey amigo” diyen adamı vurdu haberi gibi de değildi.

Yerel fıkraları çok vardır şehirlerimizin. Köylüler üzerinden üretilen latifeler, kaynaşmalarını sağlar. Güneşi kadıya şikayet eden Konya’nın Başara Köyü (yoksa Karacaören miydi) var mesela. Şehirliler, uyanık buldukları köylülere, sen de oralı mısın, diye sorar, gülüşmeler arasında.

Lafı buralardan dolaştırdıktan sonra, özel veya resmi “Bağlı şirket” kanallarında, mübarek günlerde, reklam aralarının doldurulduğu programlarda, ilim ve sanat ehli, edep ve ahlak örneği muhteremlerle aynı karede cismini gösteren, program metnini okuma görevi verilen bir trol parçasının tweet paylaşımında, Gazze sorusu soran insanlarımıza, aynada okuduğu “Andavallar, siyasi hödüklük, iptidai dallamalar sürüsü” sıfatlarını kullanarak cevap yazmasına geleceğiz.

Hani biz, ilim-sanat-edep-ahlak-dil-üslup-zarafet-letafet ve estetik peşindeydik, diye soran insanlarımızın hüzünlü ve tepkili hallerine, bir Uzakdoğu darb-ı meseli ile cevap vereceğiz.

“Yanlış zamanda, yanlış yer ve mekandaki yanlış kişilerden duyulacak sözler de yanlış olur.”

Boş verin, geçin; keser ve sapının döndüğü güne kadar…