11 Ayın Sultanı mübarek Ramazan ayının içerisinde bulunmakla bunun çoşkusunu, manevi huzurunu yaşamak isterken bir takım olumsuz hadiseler yaşanmıyor değil. Lakin bunun yanı sıra coşkulu iftar programlarıyla beraber engelli engelsiz her kesimden insanların bir araya gelerek hem manevi bir iklim içerisinde sosyal olarak da kaynaşıp tanışması birlikte huşu içerisinde oruç ve namaz ibadetlerini yerine getirmek İslamiyet’in haricinde hiçbir din mensuplarına nasip olan bir şey değildir.
Öyleyse bunun ehemmiyetini önemini çok iyi kavrayıp ve benimsememiz gerekmez mi?
İlahi gücün farkında olmamız aslında çok şeye daha doğrusu sorun olarak gördüğümüz birbirimizi incitmek ve yıkmaktan kendimizi alıkoyamadığımız sorunlarımıza ve tüm bu karmaşıklığa son vermektedir. Fani bir insan olarak her Ramazan ayında bir kez daha aciz nefsimiz anlıyor ki aynı anda milyonlarca insanı aynı bereketli sofraya çağırıp aynı zaman dilimini bekletebilecek ve ezanla buna son verecek sadece bir ilahı güçtür. Bununla beraber insanların makamları, statüleri ve suretleri her ne olursa olsun aslında aşikâr olan bir durum var ki Ramazan ayında herkes aslında en başından beri eşit olduğunun farkındalığını kazanıyor ve kazanmalıdır da. Burada asıl anlatılmak istenen ve yaşanması gereken duaları, bereketi ihtiyacı olan en başta aciz nefsimizle paylaşıp bu kadar kargaşaya ve aslında hiçbir zaman sahip olamadığımız ve en başından beri sadece misafir olarak gönderildiğimiz dünyanın geçici bir misafirhane olduğunu hatırlamak ve hatırlatmaktır. Ne mutlu ki dünyanın tüm sorumsuzca yaşanan sorumsuzluklarına rağmen Ramazan’ı tüm bereketiyle ruhunda yaşayıp paylaşan insanlara…
O zaman kendimize sormalıyız biz bunu yaşıyor muyuz?
Kusura bakmayın ama yine ucundan kulağından siyasete de dokunmadan geçemeyeceğim... Bir vesileyle adliye koridorlarına yolum düştü ve orda gördüğüm manzara yukarıda bahsettiğim Ramazan’ın manevi ruhuna asla uymadığını gördüm. Zira mahkeme koridorlarında bekleyen dedesinin kucağındaki üç aylık bebeğin annesine sahip olmaktan başka hiçbir gayesi yokken dedesinin kucağında hangi cezasının bedelini ödemekteydi. Bütün bunları çok düşündüm. Yaşlı ya da ihtiyar demeden insanların kendi kendilerine sordukları soruyu yüreğimde en derinde acı bir şekilde hissettiğimi fark ettim. Ve kelimeler fütursuzca döküldü ağzımdan o iki kelime.
Neden ve Niçin? Evet, neden ve niçindi bu kargaşa nedendi üç aylık bebeği anne kokusundan uzaklaştıracak kadar keskin kural. Neydi kime göre doğruydu bütün bu olanlar ve yaşanmakta olanlar? Sonra düşündüğümde anladım ki o küçücük bebek için bile olsa adalet kavramı kime ya da neye göre doğru oluvermişti..
Ne kadar acı bir olgudur ki bu. Yediğiniz her lokmada içtiğiniz her yudum suda o bebeğin kendi annesine kokusuna karşı tuttuğu sonu belli olmayan oruç geliyor aklıma.
Şimdi soruyorum kendime hangi atılan adımlar doğru nasıl bir doğru ki bu yaşlı bir insanın gözünde evlat için dökülen bir yaş olabiliyor nasıl bir doğru ki bu bir meleği anne kokusuna hasret oruç tutturulabiliyor. Cevapları olmayan soruların bir karanlık cevabında buluyorum kendime.
Dini kullanarak insanların hayatlarını çalabilen başka bir karanlık bir yapı. Fetö belası yüzünden nice suçu olmadan özgürlüğe oruç tutan insanlar olduğunu anlamakla beraber yaşın yanında kuruda yanabiliyormuş binlerce kez olduğu gibi bir kez daha anladım.
Heyhat...
Son satırlarımı güzel bir hadis-i kutsi’nin anlamını düşünmeye sevk ederek tamamlamak istiyorum.
“EĞER SÜT İÇEN ÇOCUKLAR, NAMAZ KILAN İHTİYARLAR, OT YİYEN HAYVANLAR OLMASAYDI
ALLAHIN GAZABI SİZİN ÜZERİNİZE SİCİM GİBİ YAĞARDI ‘’ DİYE buyuruyor CENABI HAK
…Tabi ki de içerisinde yüzleşmemiz gereken bir soruyla sizi baş başa bırakıyorum. Adliye koridorunda üç aylık bebeğe ve namaz kılan ihtiyara reva görülen bu durum ALLAH’IN gazabının gelmesine sebep olmaz mı? Allah cümlemizi gazabından korusun. Vesselam.