Geçen asrın başında İslâm yurdunu tarumar eden, işgal
eden, yüz binlerce Müslümanı öldüren, mal varlıklarını gasp eden hâinler,
harâmîler, câniler; bütün bunları yaptıkları yetmiyormuş gibi, bir de
Müslümanlar arasına dehşetli fitne tohumları serptiler. Irkçılık mikrobunu
İslâm coğrafyasına ektiler. Bir de dehşetli yalanlarla taraflar arasına
husûmeti soktular. Araplar Osmanlıyı sırtından hançerledi yalanı da bunlardan
biridir.
Bu yalanı ortaya atan Yalancı başı İngiltere idi. Hem
suçlu hem güçlü pozu vermekte mâhir bu dessâs ülke, düzinelerle çok iyi
yetiştirilmiş ajanlarını Osmanlı diyarına salmıştı. Thomas Edvard Lawrence
bunlardan biriydi. Bu ajanlar; öncelikle, Şerif Hüseyin gibi hırslı hainler,
çöllerde eşkıyalıkla geçinen ve İslâmiyet le alakası olmayan vahşî bedeviler,
Dürzîler ve Nusayrîler üzerinde çalıştı. Bu potansiyel hâinlere silah ve para
verdi. Onlar da asırlardır İslâm yurdunun hâmiliğini yapmış olan devlete ihânet
ettiler, arkadan vurdular.
Osmanlıyı arkadan vuran bu hâinlerin sayısı 16 bindir.
Bunların da hemen tamamı, Osmanlıların Urban dediği, vahşetten ve
barbarlıktan kurtulamamış, çölde yaşayan bazı bedevî kabilelere mensup
çapulculardı. Bunlar, hacca gidenlere de saldırır, onların parasını alır ve
insafsızca öldürürlerdi. 1700-1705 tarihleri arasında bu Urban saldırılarıyla
50 bin hacının hayatını kaybettiği bilinmektedir. Osmanlı Devleti tedbir olarak
çoğu defa bu hacı kervanlarını askerlerin refâkatinde gönderirdi.
İşte arkadan vuranlar kesin olarak ehl-i sünnet olan
Araplar değil; bu vahşiler sürüsü ile müfrit Dürzî ve Nusayrîlerden müteşekkil
Lübnan ve Suriye müfrit Şiilerinin başına geçen müfrit bir Şia tâifesidir. O
zaman Selman Mürşid adında ulûhiyet da vâ eden bir Nusayrî reisine Nusayrîlerin
çoğu tabî olup iman etti. Aslı astarı olmayan keşif ve kerametlerini
anlattırdılar. Böylece halkı Selman Mürşid in etrafında topladılar. Kezâ, o
târihte Hicaz da bulunan Melik Abdullah ile beraber bir Nusayri komutanı olan
Yusuf Yasin i de Osmanlılar aleyhine tahrik ederek onun önderliğinde Araplardan
bir ordu teşkil ettirdiler. Ve bu ordu ayaklanarak Osmanlılarla savaştı.
Temelinde Yahudiler tarafından kurulmuş ve onlara ajanlık yapan o gizli müfrit
ehl-i şiâ, tarih boyunca devamlı surette Müslümanların sırlarını kâfirlere
vermişler, İslâm ordusunu za fa uğratmışlardır. Bugün Suriye deki Nusayri
azınlığının ülkeyi târumar etmesi, kâfirleri İslâm yurduna doldurması, Arap,
Türkmen ve Kürt kardeşlerimizi imhâ etmesi ve ettirmesi gibi
Müslüman Araplar, Osmanlıyı arkadan vurmak şöyle dursun,
Mısır, Filistin, Hicaz, Yemen ve Irak cephesinde Osmanlı Ordusunun safları
arasında küffâra karşı savaşmışlardır. Binlercesi bu savaşlarda şehit
düşmüştür. Fahreddin Paşa kumandasındaki şanlı Medine Müdâfilerinin yaptıkları
tarihe altın harflerle geçmiştir. Medine-i Münevvere yi 2 yıl 7 ay müdafaa
eden, İngiliz kâfirini o mübarek topraklara bastırmayan ve verilen emirlere
rağmen silah bırakmayıp Mondros Mütarekesinden sonra 70 gün daha direten Medine
Müdâfileri, nihayet devlete isyan etmiş olmamak için teslim anlaşmasını
imzalayıp Medine yi terk ederken bu mübarek şehirdeki bütün insanlar gözyaşları
içerisinde askerlerimizi uğurlamışlardı. Günümüzde İngiliz ağzıyla konuşup Araplar
Osmanlıyı arkadan hançerledi diyen çokbilmiş beylerin sözlerine aldırış
etmeyip; Biz Müslümanlar hepimiz kardeşiz demeliyiz ve birbirimize;
Va tesimû bihablillâhi cemi an velâ teferregû (Âl-i İmrân Sûresi / 103) İlâhî hükmünü hatırlatmalıyız. Dün bizi
birbirimize düşürüp koca devleti 40 parçaya böldüler. Bugün de aynı oyunu
oynamak istiyorlar. Geliniz bu oyunu reddedelim ve Yukarıdaki âyet-i kerimeyi
kendimize rehber edinelim. İşte meâli: Ey insanlar, bâhusus ey Müslümanlar!
Allah ın dinine, ahkâm-ı İlâhiyeyi beyan eden Kur an a ve Sünnete toplu olarak
yapışın, ihtilâfa ve tefrikaya düşmeyin