Bu kâinatın bir tek gerçek mâliki vardır, o da Sultanlar Sultanı, Mâlike’l Mülk, Mutlak güç ve kudret sahibi olan Allahu Azimüşşân’dır. Allahu Teâlâ bu kâinatı, isimlerinin fiillerinin ve sıfatlarının tecellilerini seyretmek için, Zat-ı Zülcelâlini hakkıyla tanıyacak kulların da seyredip tanıması, Kendine iman ve itaat edip ibadet etmesi için yaratmıştır. Rabbimizin isimlerinden biri de “Vedûd”dur. Yani mahlûkatını seven ve verdiği hadsiz nimetlerle kendini sevdiren demektir. Bütün mahlûkat (kâfirlerin zerreleri, hücreleri de buna dâhil) Allahu Teâlayı tanımakta, O’na ibadet etmekte, Tesbih (Sübhanallah), Tahmid (Elhamdülillah) ve Tekbirlerle (Allahu Ekber) zikretmektedir. Bütün bu mevcudat aynı zamanda Allah’ın dinini insanlara anlatan ve o dini hâkim kılmak için çalışan Peygamberleri de tanımaktadırlar. Sevgili Peygamberimize (asm) peygamberlik vazifesinin verildiği ilk zamanlarda Mekke’deki dağlar, taşlar, ağaçlar Peygamberimize selam vermekte, “Eşhedü en lâ ilâhe illâllah ve eşhedü enne Muhammedü’r resûlullah” diyerek peygamberliğini tasdik etmekte idi. Avucuna aldığı taşlar “Lâ ilâhe illâllah Muhammedü’r resûlullah” diye zikretmekte idi. İslâm’a girmek için mu’cize isteyenlere ağacı yanına çağırmakta, ağaç yerinden sökülüp Efendimizin (asm) huzuruna gelmekte, kelime-i şehâdeti söylemekte, tekrar yerine dönmekte idi. Kurt, Efendimizin Peygamberliğine şehâdet etmekte idi. Bu neviden pek çok mu’cize vardır.
Allahu Azimüşşân’ın bu Muhteşem Saltanatında yardımcılara ihtiyaçları yoktur. Zat-ı Zülcelâlinin mutî memurları olan melekler –hâşâ- Rubûbiyetinin, Saltanatının şeriki değillerdir, Saltanatının dellâlıdırlar. Yani ilancısıdırlar. Azâmet-i saltanatını gösteren birer askerdirler. Düşünün, her bir yağmur tanesini bir melek yeryüzüne indirmektedir. Ve o melekler bir daha aynı vazifeyi yapmamakta, kıyamete kadar zikirle meşgul olmaktadırlar. Âyetin nassıyla sâbittir. Gökyüzünden bir karışlık boş yer yoktur. Her taraf Allah’a kayıtsız şartsız itaat eden meleklerle, ruhânilerle doludur. Gökyüzündeki yüz milyarlarca yıldıza bakınız, her biri dünyamızdan milyon kat büyük o yıldızların işte böyle nezih, temiz, Allah’a itaatkâr sâkinleri vardır. Hem o sâkinlere Allah tarafından büyük güç te verilmiştir. Hz. Cebrail (as) aslî şekline büründüğünde altı yüz kanadıyla doğu ile batı arasını kaplayacak kadar haşmetli bir görüntüye sahiptir. Bir tek kanadıyla koca beldelerin altını üstüne getirmektedir. Pis ve iğrenç fiili işleyen Lût kavminin yaşadığı beldenin altını üstüne getirmesi gibi. O meleklerden bazıları Peygamberlerin yaptıkları cihatlarda ve Allah’ın ismini ve dinini yüceltmek için cihad eden yiğit Müslümanların mücâdelelerinde yardıma gelmişlerdir. Ama her zaman değil. Her zaman olsa imtihan sırrı ortadan kalkardı.
İnsanlardan “Cehennem kütükleri” nevinden olanlar, işte kendilerini, yokluktan varlık âlemine çıkaran, taş, ağaç, hayvan olarak değil de insan olarak yaratmış olan Allahu Azimüşşân’ı tanımıyor. Allah’ın tekvinî kanunlarını görmezlikten geldiği gibi, teklifî kanunlarını da reddediyor. “Benim, ben!” diyor. “Bu memlekette Allah’ın teklifî hükümleri geçmez. Benim hükümlerim geçer!” diyor. Sen kimsin behey akılsız! Yediklerini, içtiklerini çıkaramazsa, kurbağa gibi patlayıp gidecek bir zavallı!.. Haline, çuluna bakmadan rubûbiyet dâvâ ediyor. Allahu Teâlâ, Rahman Sûresinde bu gibi haddini bilmez münkirlere Kur’an lisanıyla meydan okuyor. “Hükümlerimi beğenmiyorsanız mülkümden çıkıp gidin!” buyuruyor. Rahman Sûresinin 33. âyetinin meâline, bakarak dersimizi alalım. Rabbimiz meâlen şöyle buyuruyor: “Ey cin ve ins! Eğer Kur’ân’la gönderdiğim teklifî emirlerime itaat etmezseniz, haydi elinizden gelirse tekvinî olarak mülkümün hududundan çıkınız, nimetlerimden istifade etmeyiniz! Çünkü Benim mülkümde durup nimetlerimden istifade ettiğiniz halde, Bana isyan etmenize müsaade etmem. Eğer çıkmağa gücünüz yeterse, mülkümün hududundan çıkınız.”