Geçtiğimiz Pazar günü EtyenMahçupyan, Bu Kadar Korkmak İyi Değil başlıklı bir yazı kaleme aldı. Yazıda önemli tespitler vardı. Mahçupyan’ın AK Parti’ye yakın bir isim olduğunu düşündüğünüzde dile getirilen tespitlerin daha da bir önem kazandığı çok açık.
Etyen Bey’in yazısında Tek Parti Dönemi ile ilgili yaptığı şu tespit ilginçti:
“Toplum otoriter yönetimi çok da yadırgamamıştı ama iktidardakilerin korkusunu gördüğünde kendisinin cesur davranma vakti geldiğine ilişkin zımni bir konsensüs doğdu.”
Yani buradan ve yazının devamındaki yorumlardan da anlaşılıyor ki, Mahçupyan AK Parti’nin çıkış gerekçeleriyle geldiği nokta arasında farklar olduğunu düşünüyor.
Aslında çok da haksız sayılmaz. AK Parti’de eski rahatlık yok. Şamil Tayyar’ın FETÖ yorumları, Mehmet Metiner’in güç zehirlenmesi ifadeleri, Salim Uslu’nun şeker fabrikalarının özelleştirilmesine karşı çıkışı alttan alta rahatsızlıkların yansıması olarak kendisini gösteriyor. Bu tür açıklamalara da parti yönetiminden ciddi tepkiler veriliyor.
Neden mi? Başlıklar halinde şöyle analiz etmeye çalışalım.
AK Parti iktidarının ilk yıllarında ‘kendi içinde tutarlı’ gelecek vurgusu üzerinden pozitif söylemlerde bulunulurdu.
Ümit vaat eden bir dil benimsenirdi. Ortak akıl ve takım ruhu vurgusu yapılırdı.
Eleştiriye tahammül edilir, en azından bu görüntü verilirdi. Oysa bugün öyle mi?
Gelecek vurgusu çoğu zaman algılara oynamaktan ibaret. Sadece sloganlara sığınılıyor.
Ümit değil halkın korkularını besleyen bir dil özellikle kullanılıyor, insanların düşünmesine fırsat verilmiyor.
Toplum sorgulama yaparsa iktidarın yanlışlarını görebileceği endişesini taşıyorlar.
Sert ve ötekileştirici bir dil kullanıyorlar. Muhalif seslere tahammül edemiyorlar.
Kendi içlerinde makul bir şekilde seslerini yükseltenlere de sopa gösteriyorlar.
İstişare ve sair mekanizmaların esamesi okunmuyor. Varsa yoksa her şeyde seçime endeksli bir yol izleniyor. Seçimleri kazanmayı her şeyi kazanmak gibi görüyorlar. Hatta ölüm-kalım savaşı gibi takdim ediyorlar. Kaybederlerse hayatın sonu olacak gibi yanlış bir çıkarım yapıyorlar. Muhalefete düşerlerse partinin kapısına kilit vurulacağına dair endişe taşıyorlar.
Bunun yanında mesela hiçbir TV tartışma programına, diğer konuklarla birlikte AK Parti’yi temsil eden bir yetkiliyi göndermiyorlar. Ya çok çekiniyorlar, ya da kibirli davranıyorlar.
Öylesine ayrıştırıcı bir dil kullanılıyorlar ki, sanki kendilerine oy veren seçmenlerin dışındakilerin hepsi bu ülkenin düşmanlarıymış gibi bir yaklaşım gösteriyorlar.
Hak, hukuk gibi kavramları olması gerektiği şekliyle dikkate almıyorlar.
Kamu kaynaklarını kendi propagandaları için kullanıyorlar, hassas davranmıyorlar.
Toplumdaki kırılganlığı artırıyorlar. Sorumlu bir iktidar portresi çizemiyorlar.
Biz iktidardan düşersek tası tarağı toplayıp bu ülkeyi terk etmek zorunda kalırsınız gibi psikolojik bir hava pompalıyorlar. Halka bize mecbursunuz demeye getiriyorlar.
Gelinen nokta tam bir aynaya bakamama hali. Bundan önce yaşanan örneklerden ders alamama durumu. Bu devran hep böyle sürecek gibi yanlış bir inanış.
Mahçupyan geçmişte yaşanan örnekler üzerinden değerlendirildiğinde bugün için, “Kaybetme korkusunun nasıl bir tepki üreteceğini bilemiyoruz” diyor. AK Parti’nin son dönemlerde yaptığı uygulamaların akıllara hiç de hoş hatıralar getirmediğini söylüyor.
Bence AK Parti’nin özellikle gelinen aşamada girdiği yolun, yaptığı uygulamaların, kullandığı dilin bir tek sebebi var; o da seçimi kaybetme endişesinin desteklediği özgüven sorunu.