İki dost gibi dalları birbirine geçmiş konuşmaktalar.
Biri ayakları dibindeki çocuğunu sever gibi küçük fidana eğilmiş.
Diğeri ötede bir ağıt yakmış.
Orman bu acıklı türkü ile inlemekte.
Boynu gövdesinden ayrılmış eşine ağlamakta.
Adeta bir ölünün arkasından mateme girmiş.
Zaten güz.
Hepsinde ayrı bir hüzün.
İnadına, "yok yakıcı yazdan sonra sükûnetini çok özledim, güzün" desem de.
Hazan mevsimindeki bariz elem gözlerden kaçacak gibi değil.
Ağaç ailesi aşağıdaki yol inşaatını kaygı ile izlemekte idiler.
Büyük, sevimsiz kepçeler gelmiş, cellâtları olmuştu.
Bu sarı teneke yığını metal devleri gördükleri anda bir titreme, bir ürperme almakta idi biçareleri.
Üç ay önce geçtiğim yol kenarını yiyip tüketmişti sarı canavarlar.
Köy yolunun kenarı böğürtlenli, muşmulalı, iğdeli doğal bordürü yok olmuştu.
Oradaki kuş sesleri de kaybolmuştu.
Yol genişletme çalışmaları, tretuvar kazıları, alt yapı projelerine
kurban verilmişti yabani erikler, doğal çalılar, fundalıklar.
Makineler tozu dumana katmış çalışmakta idiler.
Her yan soğuk gri taşlar, betonlar, kumlar, harçlar.
Ne önünüze düşüp yol gösteren sincaplar kalmış.
Ne kuşburnu, kestane toplayan çocuklar, ot ayıklayan kadınlar.
Bir ağacın içinden incecik akan kaynak suyunun da boynunu vurup atmışlar.
Elimizi yüzümüzü yıkayıp kana kana içtiğimiz o şeker gibi suları yok etmişler.
Bir hazineyi talan eden canavarların başındaki işçilerin, mühendislerin umurunda değil.
Kaybedilen servetin paha biçilemez değerinden haberleri yok.
Köy yolu genişleyecek, medeniyet gelecek, teknolojik tasarımlarla daha modern bir hüviyete bürünecek.
Arabaları zorlayan yokuşu da dümdüz etmişler.
Artık daha az benzin harcanacak.
Ülke ekonomisine katkı verecek de değil.
Köye giren çıkan araba sayısı bir elin parmaklarını geçmez.
Asıl neden bir iki zenginin pahalı arabası çamurdan arınabilsin.
Başımı kaldırıyorum, yolun üst tarafındaki ormanın böğründen iri parçalar koparılmış.
Sinesine giren kepçeler ağaçları köklerinden söküp atmış.
Yaralı orman oluk oluk kan kaybetmekte.
İşçiler ve mühendisler bu yaraları ve akan kanı, gözyaşını görememekte.
Habire çalışmaktalar.
Makinelerin sesi cehennemi bir dekor kurmuş.
Yukarıda ağaçların üstü başı tozlanmış.
Yemyeşil yaprakları üzerinde bir karış beyaz kireç tozu, gri kum ve çimento.
Bu kirli atık da zaten az ömür biçilmiş hayatlarını iyice kısaltacak.
Son kalan başları da vuracaklar.
Kurtulabilen canları da yakacaklar.
Anne ağacı yavrusundan koparacaklar.
Ayakları dibine düşen meşe palamudu tohumunun toprağa tutunmasına izin vermeyecekler.
Ağaç ailelerine onca zarardan sonra.
Eşleri birbirlerinden ayıracaklar.
Arkadaşları hasret bırakacaklar.
Köy peyzajına renk katan bu yeşil panoramayı söküp atacaklar.
Gelecek nesillere miras olarak bırakmak üzere yıllarca evdeki meyvelerin çekirdeklerini biriktirip getirip bu ormana atardım.
Hep hayal ederdim.
Bir meyve ormanının burada neşvünema bulacağını.
Çoban yıldızının sevgiyle seyredeceğini.
Dozerler hayallerimi de kepçelerine takıp alıp götürdüler.
Tepede kırık dökük kalmış ağaçlar ağlarken, ağıtlarımız birbirine karıştı.
Bre zalim, sen çok yollar, tretuvarlar yapabilirsin.
Ama kenarı iğdeli, sincaplı, kaynak sulu, böğürtlenli, funda dallı bir köy yolu inşa edebilir misin
Yüzlerce yılda meydana gelen bir ormana can verebilir misin
Meşe palamutlarının toprağa tutunmasına niçin izin vermezsin
Maşuk ağaçları birbirinden nasıl ayırırsın