Bilgi edinilir, bilinç oluşur. Bilincimizi oluşturan en önemli unsur kelime ve kavramlardır. Ve bunları ne kadar sık tekrar ettiğimiz. Tekrarlarımız sayesinde hareket kabiliyeti kazanırız çünkü.

"Filistin sorunu…" diye başlayan cümleler, televizyonda kj’ler görüyorum. Sorun gerçekten de Filistin olabilir mi? Dilimizi " İsrail sorunu" demeye alıştırmamız gerekir. Sorunu bilmemizi sağlar bu eylem ve çözülmesi gerekeni hatırlatır bize. İsrail, mutlak kötüdür! Ebu Ubeyde, açıklamalarında özellikle bir tanım kullanır: "Nazi's siyonist". Bu tanım sayesinde Yahudilerin İkinci Dünya Savaşı’nda kendisine zulmeden insanları öğretmen kabul ettiğini vurgular.

"İsrailli yerleşimciler" ne demek düşündünüz mü? Hırsız ve işgalci olduklarını her seferinde vurgulamadığınız sürece fikir sapması yaşayabilirsiniz. Yahudilerin o topraklarda doğuştan hakları var gibi bir zanna tutulabilirsiniz.

"7 Ekim'de başlayan olaylar" diyerek devam eden cümleler de tehlikeli. Modern çağ arızalarını örtmek için zaman çizgisi kullanmayı seviyor. Her şey normalmiş gibi, o tarihten sonra sorun başlamış gibi algılamaya başlarız meseleleri. Bir benzerini yaşadık biz de. Hatırlarsınız… 15 Temmuz öncesi ve sonrası diye adli bir ayrım yaptık. Gazze'de yaşananlar için tarih ayrımı yapmak meseleyi hiç anlamamak demektir. Kullanmamaya gayret edelim.

"İslam ülkeleri" diyerek kastettiğimiz bir topluluk var zannediyorduk. Bunu da değiştirmek zorundayız. "Halkı Müslüman olan ülkeler" olarak bu tanımı da değiştirmemiz gerekir. Görünen o ki, bu ülkeler, siyasi bir hamle yapmaktan ve İslami bir gayret ortaya koymaktan uzaklar. Gazze'de yaşananlardan rahatsız olan halklara ülkelerindeki iktidarın onların sayesinde iktidar olduğunu hatırlatmanın bir yolunu bulmak gerekiyor. Demokrasilerde seçmenin işi oy kullanınca bitmez, aksine oy kullandığı andan itibaren başlar sorumluluk. Siyaseti yeniden anlamlandırmak lazım.

Batı ülkelerindeki sokak hareketleri gözlerimizi yaşartıyor. İnsanlar İslam’a merak sarıyor. Bu durum elbette sevindirici. Fakat Batı’da olanlara yönelen duygularımız bir anlamda çözümü de oradan beklemeye başlıyor. Batı’daki insanlar İsrail’in işgaline karşı değiller, çocukların, kadınların ve hastanelerin bombalanmasına karşılar. Onlar, yaşananları bir savaş olarak kabul ettikleri için ateşkes adına mücadele ediyor ve tepki koyuyor. Oysaki Batı, tek kutuplu dünya çözümün parçası olamaz. Çünkü sorunun sebebi onlar. Gazze, Filistin ve Mescid-i Aksa'nın özgürlüğü Müslümanların meselesidir. Çözümü ve yaptırımı Müslümanlara borçtur. Bu saikle düşünüp hareket etmek gerekir.

Dünyanın her yerinde soykırımlar olur ama Yahudiler öldürülmüşse ona "Holokost" denir. Çünkü kelimeler kurşundan etkilidir. Dünyanın her yerinde istediğiniz kutsala saldırabilirsiniz, adı "düşünce özgürlüğü" olur; fakat İsrail veya inancı için zulmeden bir Yahudi’ye karşı cümle kurduğunuzda "antisemitist" olursunuz. Kavramlarla da dünyayı işgal edebileceğinize dair önemli örnektir bunlar.

HAMAS terörist değildir? Son yaşananların ışığında "ama"lı cümle kuran ya haindir, ya cahil, yahut karşı istihbarattır. Hareket kabiliyeti kazanabilmek için net olmak gerekir.

"Allah'ım sen onlara yardım et" diye dua ediyoruz. Bence mantık hatası var bu duada. Yardıma ihtiyacı olan onlar mı, yoksa biz miyiz? Ne zamandan beri ölümü bir son olarak algılamaya başladık. Onlar inançlarının zirvesini yaşarken buna üzülüyor olmamızı şaşkınlıkla izliyorlardır. Elbette üzülüyoruz. Fakat duaya muhtaç olan sanki biziz. Ebu Ubeyde'nin şu sözü uykularımı kaçırıyor:

"Biz yardımı ancak Allah'tan isteriz, o da kimi layık görürse onu vesile kılar. Zulme sessiz kalan bilsin ki; Allah, onu bu zafere layık görmemiştir.”

Bu söze muhatap olup rahat uyuyabiliyorsanız...

Unutamadığım ve uykularımı kaçıran feryatlardan birisi de Gazzeli bir kadına ait:

"Vallahi bizi ahirette, bizi gördükleri halde yardım etmeyen Müslümanların yakasına yapışmadan kâfirin yakasına yapışmayacağım!"

Tüm bunların biz yaşarken olması ve buna maruz kalmak zor, biliyorum. Kafanız karışık, farkındayım. İşe bilerek başlayacaksınız. Kimin kim olduğunu, tarihi, zalimi ve mazlumu, bu meseleleri çözmenin diplomasi istediğini, cesaret istediğini, oy verirken bunu hatırlamanın elzem olduğunu bilerek başlayabilirsiniz.

"Sadece dua edebiliyoruz" ile bitiyorsa çözüm önerileriniz sizin adınıza sadece üzülebilirim. Çünkü yaratıcı, zalime karşı durmayı, mazlumdan yana olmayı bize söylerken siz kendi yapmanız gereken fiili yaratıcıdan beklemeye başlamışsanız burada telafi edilmesi gereken bir sorun var demektir. Dua, bir silahtır. Bunu inkâr edemeyiz elbette. "Allah'ım sen bize akıl fikir, feraset ve cesaret ver. Bize yardım et" diye değiştirebiliriz dualarımızı. Kardeşlerimiz için hareket etmek kolaylaşır belki.

"Uluslararası toplum" diye bir garabet var. Dünyadaki bütün haksızlık ve hukuksuzluğun sebebi olarak gösterilir ve ondan çözüm beklenir. Kimdir bunlar? Nerede yaşarlar, ne iş yaparlar, bugüne kadar hangi sorunu çözmüşler? Tüm dünya, yaşanan bu vahşet karşısında ayağa kalkmışken, Batı'nın ikiyüzlülüğü aşikâr olmuşken, bebekler ölmüş, kadınlar ölmüş, hastaneler bombalanmışken "Yeni Bir Dünya" diye çığlık atmamız gerekirken... Filistin yavaş yavaş gündemimizden düşmeye başladı. Gazze, biz gündemden düşürürsek düşecek oysa. Keşke anlayabilsek...

Mecelle'de kaidedir. Kötülüğü ortadan kaldırmadan iyilik yapılmaz!

"Ne yapabilirim?" sorusunun cevabını arayanlar için bir yol haritası oluşturmak adına bu kaide faydalı olabilir.

Bir de "2. Yalta" mevzusu vardı. Hatırlayan var mı? Siz de haklısınız. Birincisinin ne olduğunu bilmeden ikincisi için ne yapacağımızı bilmek mümkün değil...