Memleketin fotoğrafı çok fazla insanı hüzünlendiriyor ve büyük ölçüde de endişelendiriyor. Hiçbir şeyin doğru gitmediğini görmek bu kadar “milli/yet/çi/lik”, “yerlilik” ve “dini-darlık” vurgusu her taraftan taşarken sizce de tuhaf kaçmıyor mu? Herkese üst perdeden had bildirildiği, insanların korkuları ile hizaya getirildiği bir zaman diliminde hiçbir şeyin yerli ve milli olmadığı bir yerde her şeyin içi boşaltılıyor adeta ülkenin varlıklarının har vurulup harman savrulması ne kadar acıdır. Bütün kurumların, kaidelerin boşa çıkmış olduğu kendini her aşamada gösteriyor. Bütün hikâye boşa çıktı ve artık yeni bir hikâye yazmak gerekiyor.  Bugün bu hikâyeyi kim yazacak bütün mesele burada yatıyor. Artık maddi ve manevi varlıklarından insanlar kuvvet almıyor ve her zamankinden daha çok doğru üzerinde millet olarak gitmek mecburiyetindeyiz.

Bugünler nasıl zorluklar içeriyorsa yarınlar da daha fazla çetinlikler barındıracaktır. Bütün dünya, her millet, her fert bu çetinliklerden etkilenecektir. Onun için bu surecin ülkemizin içerisinden geçtiği şartlardan dolayı bizler için daha da zor olacağı aşikârdır. Bu nedenle bu çetin mücadelenin şartlarına uyabilmek ve bu mücadeleye hazırlanmak gerekiyor. Çünkü zaman çok kıymetli ve artık süreci kaçırmak gibi bir lüksümüz yok. Ülke olarak her şeyi yeniden ve sağlam bir şekilde inşa etmek zarureti bizleri daha bir sorumluluk bilincine ulaştırması gerekiyor. Artık algıların, trollerin değil hakiki kimselerin varlıkları ile bu yol yürünebilir ve liyakatin esas olduğu bir düzlemde tekrar bir dirilişten bahsedilebilir.

Ülke ve toplum olarak bir dirilişten bahsetmek ve bu dirilişin gerçekleşmesine memleketimizde herkesin kuvvetle inanmaya başlaması ve yeniden ‘değerlerden’ bahsetmek ve bu tarzı hayata yansıtmak hiç kolay değildir. Yeniden memleket evlatlarının gözlerine ışık verebilmek, geleceğe umutla baktırabilmek ve de bugünkü dağılmış, kırılmış ruhlara yeniden inşa duyguları uyandırmak kolay olmadığı gibi hamaset ve nutukla da olacak değildir. Hele böylesi bir yolun inşası sözden çok fiilden; azimle, gayretle çalışmaktan geçer. Hesabı iki metre ötesindeki bir eşya olanların, iki adım ötede nefesleri kesilip bir mevki veya makama fit olanların kısacası hesabi olanların yapabileceği bir iş değildir bu. Hele ki umumi münakaşalardan, kişisel beklentilerden öte, mühim bir meseleyi ele almanın ciddiyeti ile hareket etmek hiç şüphesiz esaslı bir gayenin ana gövdesini oluşturur.

Gaye, bol ulufe dağıtılarak, herkese bir parmak bal çalarak ya da geçmişi, bugünü unutturacak bir hikâyeye dönüştürerek; bugünün ihtiyaçlarını gözden kaçırmak değildir. Hele estetik ve etik esaslardan yoksun bir şekilde ruhları okşamayan; madden ve manen esaslı bir iştah uyandırmayan bir yol ve yolculuk hiç değildir. Eğer yeniden bir inşadan bahsetmek istiyorsak bunun esaslarını, bu meselenin taşıyıcı elemanlarını doğru hazırlamakla olur. Toplumu bütünleyecek ortak zeminler oluşturmak, herkesi bir diğeri için önemli ve öncelikli hale getirmek bu esaslı zeminin ana unsuru olması gerekiyor ki bu zeminde kimse toplumun değerleri üzerinde dejenerasyona gitmesin ya da onu kendi grubunun kişisel menfaatine araç haline getiremesin. İşte o nokta itibari ile birlikten ve beraberlikten bahsedebiliriz. Her türlü farklılığın kendini toplam içerisinde biricik olarak gördüğü bir zemin bir milletin varlık zeminini oluşturur. Adalet ise onun ana bağlayıcısıdır (siz çimentosu da diyebilirsiniz).

Asıl beka da milletin her bir ferdinin, her bir çakıl tanesinin kıymetli ve değerli olduğunu hissettiği yerde başlar ve böylesi bir milletin de asla beka endişesi olmaz. Hele muhkem kurumları, kuralları, bağlayıcı kültürel unsurları olan bir toplumun zenginliği asla tüketilemez. Ama tahrip edilebilir. Bu nedenle yeni bir hamle yaparak memleketin madden ve manen kalkınması, kendini bulması öyle dünden bugüne olacak kolaylıkta değildir. Memleketin bütün fertlerinin ‘hak’ kavramını yeniden benimsemesi ve herkesin ‘hukuk’u en asli mesele olarak ele alması gerekir. Hak ve hukuku bilen; haksızlık-hukuksuzluk yapmayan bir toplum ancak bir yol yürüyebilir. Evlatlarına kendi hududunu öğretebilmiş toplumlara kimse had ve hudut çizemez. Onun için her şeyi mubah görenlerin, hakkı olmayana tenezzül edenlerin ve de yasal kılıf bulup helali haramı ihmal edenlerin yürüyemeyeceği bir yoldur ki onlar bunlardan da anlamazlar.

Bir ülkenin zenginliği evlatlarının gözlerindeki parıltıda, onların kendilerine ve aidiyetlerine olan inançlarındaki berraklıktan belli olur. Ki bu zenginlik her türlü müşkülatta bile toplumlara adeta deniz fenerinin gördüğü yol aydınlatıcı işlevi görür. Bu bakımdan başa dönersek hüzne kaynaklık eden şeylerin nedenlerini yeterince ifade etmiş olduk. Artık toplum olarak silkelenip üzerimize sinen bu ataletten, bu çirkinlikten kurtulmanın vakti gelmiştir. Rahmetli Akif Emre’nin ifadesi ile çürüme var oldukça “umut da hep olacak”, umudu yaşatmayı becermek lazım. Dokunduğunu güzelleştiren, güzelin ve güzelliğin kadrini kıymetini bilenlerin, güzel bakmayı becerenlerin ve kendi hududunu bilenlerin varlığıdır, umudu ve bereketi besleyen. Hoşça bakın zatınıza…