Bu sene ”sinemanın 100. yılı” kutlandı.

Sinemayla ilgili olumlu-olumsuz, çok şeyler yazıldı çizildi.

Hâlâ “bizim diyebileceğimiz bir sinemamız yok.”

Uluslararası çapta bir filmimiz, bir yönetmenimiz, bir oyuncumuz yok.

Sinema bize hangi amaçla getirildiyse, aynı amaç doğrultusunda varlığını sürdürmeye devam ediyor.

İnsanımız, 1895 yılında Galatasaray semtinde meyhanecilik yapan İngiliz ajanı Weinberg adındaki bir Yahudi’nin girişimleri sonucunda sinemayla tanıştı.

Sinemayı Osmanlıya kabul ettirmek için mücadele verenlerin esas amaçları, sarayda ve Osmanlı’da olup biten olayları belgeleyip ihanetçilere bilgiler sızdırmaktı.

İngiliz ajanı Weinberg’in ihanetleri ayyuka çıkınca sınır dışı edildi ama, “saçtığı zehir tohumları” bugünkü “Türk Sinemasını” ne hale düşürdü meydanda (!)…

İlk zehri de, Türk ailesinin ve insanlığın temel taşı olan “kadını bir reklam ve bir meta” haline getirmiş olmasıdır.

***

Cumhuriyet öncesinden başlayan “Türk Sineması”nın tarihi günümüze kadar binlerce film çekerek geldi.

Ne gariptir ki, “resmi dini İslam” olan bir ülkede namaz kılma sahnesini tadil-i erkan içerisinde çekecek karşı taraftan tek bir yönetmen dahi çıkamamıştır.

Acı bir olay ama gerçek…

Dünya büyük bir savaşın içindedir.

Bu savaş ne soğuk savaştır, ne de sıcak savaş ..

Bu savaş emperyalist güçlerin propagandasıyla yapılan bir hile savaşıdır.

Bu savaş “kültür ve sanat savaşı”dır.

Bu savaş uyutucu ve uyuşturuculuk yaparak dikkatleri başka tarafa çeken eylemci düzenbazların savaşıdır…

İşte bu noktada “sinema büyük bir silah” olarak gücünü gösteriyor.

1970 yıllardaki seks furyasının etkisiyle seyircisini kaybeden “Türk sineması” televizyonların çoğalmasıyla dibe vurmuştu.

Geçen süreç içerisinde yapılan girişimlerin yeterli derece etkili olduğu söylenemez.

Televizyonların, dizilerin ve diğer görselliklerin doyuma ulaşmasıyla birlikte “yeni arayışların” devreye girmesi kaçınılmazdı.

Minik sinema salonların cazibesi, azda olsa Kültür bakanlığı da bunu teşvik edince, “sinema sanatıyla” ilgilenenler yeni yeni filimler çekmeye başladılar.

***

Bundan 5-6 sene önce, yılda 15-20 film çekilirken şimdi 100-150 civarında film çekilmeye başlandı.

Bu filmlerden bir tanesi de bizim diyebileceğimiz genç yönetmenlerden “Kamil Koç’un çektiği, Asfalt Çiçekleri” filmidir.

Her şeyden önce, günümüzde dini duyarlılıkları olan “Anadolu insanlarının” yeniden dirilmesi, “başlı başına bir milenyum” olduğunu belirtmeliyiz.

Artık Anadolu insanı, ticarette, siyasette, medyada, bürokraside, müzikte, iletişimde, edebiyatta, tiyatroda ve sinemada da var…

Sinemada, var olmasına var ama “yalnız ve tek başına” varlığını sürdürmek zorunda.

Oysa “kültür ve sanat bir ekip işidir.”

Hele sinema ekibi deyinde büyük bir organize akla gelmeli.

Ne yazık ki bizim İslami kesim, bu alanların önemini hâlâ kavrayamadı.

Oysa günümüzde insanları en çok etkileyen alanlar, “sinema, müzik ve diğer sanat alanlarıdır.”

Bizler, kültürel değerlerimizi “sinema, müzik ve diğer sanat alanlarıyla” kaybettik.

Bunlarla da kazanmaya mecburuz.

Çünkü “yiğit yıkıldığı yerden ayağa kalkar.”

***

“Asfalt Çiçekleri” filmiyle ilgili olumlu ve olumsuz çok şeyler söylenebilir.

Amacımız bağcıyı dövmek değil, amacımız üzüm yemek olduğuna göre, “makul olmak” gerekir.

“Duygu ve felsefi derinliği” fazla olan bir yol filmi olduğunu söyleyebiliriz.

Bir mesaj verme amacını taşıdığı için bazılarına sıkıcı gelebilir.

Bu karakterdeki filmlerin doğasında bu vardır.

Rus yönetmen Andrey Arsenyeviç Tarkovski’nin filmlerinde de bu tür anlatım tarzını görebilirsiniz.

Filmdeki sancılar, aslında yönetmenin sancısıdır.

Vermek istediği mesajı direk olarak değil de dolaylı olarak vermeye çalıştığı için konunun derinleşmesi ve felsefi boyutu haliyle oluyor.

“Asfalt çiçekleri” bir ressamın “var oluşunu” sorgulayan ve kendi ruh dünyası içinde yalnızlığını gidermeye çalışan bir film.

Filmi sanal bir pompalamayla şişirme yerine, olduğu gibi anlatmayı yeğledik.

Büyük bir emekle, büyük bir gayretle, büyük bir potansiyelle hazırlandığı muhakkak.

Nihayetinde, bu bir hayali düşüncenin “sinematografik hali…”

Hangi niyetle, hangi bakış açısıyla bakarsanız onu görürsünüz.

Genç arkadaşımıza başarıların devamını diliyoruz.

Gelecekte daha güzel sinema eserler ortaya çıkarması dileğiyle...