Selahaddin, Mısır’ın tek hâkimi olduktan sonra bölgede hâkimiyetini her geçen gün artırdı. Haçlılar ile mücadelede zaten yıllardır amcası Şirkuh’un yanında büyük tecrübe kazanmıştı. Şimdi ise başkomutan olarak ipleri eline almıştı. Bu genç adamın Mısır’da yönetimi aldığını gören haçlılar, bundan faydalanmak istemiş ancak Selahaddin, her defasında heveslerini kursaklarında bırakmıştı. Haçlılar, yavaş yavaş nasıl bir adamla karşı karşıya kaldıklarını anlamaya başlamışlardı. Selahaddin, Mısır’da diğer taraftan Fatımilerin getirdiği dini ve fikri zararları bitirmek için de faaliyetlere girişti. Mısır yönetimindeki Fatımi kalıntılarını tamamen yok etti. Yeni kurumlar kurarak Mısır’ı yeniden yapılandırdı. Özellikle Nureddin’in kurduğu hadis evlerini ve medreseleri Mısır’da çoğaltarak Sünni İslam anlayışını yeniden tesis etti.

Fikir orduları, çoğu zaman askeri ordulardan daha mühim iş görür. Fatımi fitnesinin İslam dünyasına verdiği zararları birçok ordu başaramamıştı. Dolayısıyla Selahaddin’in Fatımi anlayışını her şeyiyle yok etmesi üzerinde fazlaca durulması gerekirken çok kritik bir hizmet ve başarı olmuştur.

 Ancak tam bu sırada Nureddin Mahmud’un ölümü üzerine ortalık yine yangın yerine dönmüştü. Nureddin’in yerine geçen 11 yaşındaki oğlu Melik üs Salih, devlet yönetecek bir yaşta değildi. Bu durumu fırsat bilen komutan ve yöneticiler, merkezi ve yerel yönetimleri ele geçirmek için kendi aralarında mücadeleye başlamışlardı. Birlik tam kurulduğu sırada tekrar bozulmak üzereydi. Maalesef her zamanki bölünme hastalığı böyle kritik bir zamanda yine ortaya çıkmıştı. Bizim tarihimiz bu hastalıkla doludur. “Zafere giden yolda bir zerre bile olmak şereftir” diyen yönetici sayısı çok azdır. Herkes zirvenin peşindedir. Zirve olmak… Birinci adam olmak… Yönetmek… Ölene kadar yönetmek… ve bu uğurda her türlü tavizi vermek, iktidara gelmek için ya da orada kalmak için artık davayı ve mücadeleyi bir araç olarak kullanmak…

Böyle bir zamanda Allah’ın bir lütfu olarak Selahaddin devreye girdi. Bir dizi mücadele sonucunda dağılmakta olan birliği yeniden topladı ve artık Mısır, Suriye ve Irak’ta tek bir idari yapı oluşturdu. Nureddin’in ilk hedefi böylece gerçekleşmişti. Ancak Kudüs’e giden yol çok yakın değildi. Etrafı içeride ve dışarıda zorluklarla doluydu. Bir tarafta hâlâ zararlı faaliyetlerine devam eden haşhaşi-batıniler, diğer tarafta saldırılarına sürekli devam eden haçlı birlikleri, diğer tarafta küçücük dünyalarında yaşayan ve hâlâ küçücük olsun ama bizim olsun diye fırsat kollayan bazı komutanlar… Ancak Selahaddin, bitmek tükenmek bilmeyen mücadele azmi ile ve tüm zorluğuna rağmen bu problemlerin hepsini balyoz gibi ezmişti. Haşhaşilere yaptığı operasyonlar ile onları zararlı olmaktan ve sorun olmaktan çıkarmıştı. Haçlılar ise her saldırıda geri püskürtülmüştü. Artık saldırı sırası Selahaddin’de idi. Kudüs’e giden yolu açmak için haçlılar ile girdiği bir dizi mücadeleden büyük galibiyetler ile ayrıldı. Nureddin’den devraldığı düzenli ve disiplinli ordusunu daha da büyüterek geliştirdi. Başarıları arttıkça ordusuna ve ekibine katılanların sayısı da arttı. Artık mücadele Kudüs’ün önlerine kadar dayandı. Bir taraftan Selahaddin, kendi birliklerinin başında haçlı komutanlarını Suriye, Filistin ve Mısır sahil şeritlerinde perişan ederken, diğer tarafta Türkmen komutanlar, yaptıkları çok etkili baskın ve manevralar ile haçlıları bozguna uğratıyorlardı.

BAYRAĞIN KALDIRILDIĞI YER; HITTİN…

1186 yılı sonbaharında Kerek yöneticisi Renaud de Châtillon, kendi topraklarından geçen bir Müslüman kervanını vurdu. Kafiledeki mallara el koydu, askerleri tutsak etti. Sultan Selahaddin hem Renaud de Châtillon’dan hem Kudüs kralı Guy de Lusignan’dan kafileden alınan malların, esir edilen askerlerin iade edilmesini istedi. İsteğine olumlu cevap alamayınca, 1187 yılı başlarında Kudüs Haçlı Krallığı’na karşı büyük bir sefer tertipleme düşüncesine girdi.

Türkmen komutan Muzafferiddin Kökböri’nin baskını, haçlılar için tam bir şok olmuştu. Kökböri’nin sadece bir birlik ile haçlıların bölgedeki öncü birliğini yok etmesi ve en seçkin haçlı şövalyelerini esir alması üzerine Selahaddin, artık son darbe zamanının geldiğini anlamıştı.