Zübük sözlükte şu anlama gelir şeklinde bir cümle kuramayacağız. Kimsenin sözlüğünde Zübük diye bir kelime yok. Sözlük anlamını es geçip bu sefer terim anlamına değinmek isteyeceğiz. Bu istek de kursağımızda kalacak, zira Zübük’ün terim anlamını da bulamayacağız hiçbir yerde. Türk Dil Kurumu da bize yanıt vermeyecek. Müellifinin kullanımına ve tanımına bakacağız sonra… Zübük: Bir halk deyimi; kendi çıkarları için her yolu mübah sayan kişi; sözünde durmayan, üçkağıtçı, egoist, düzenbaz, ahlaksız, kalleş, namussuz, palavracı, dönek…  Böyle bir deyim yahut deyiş de yok tabi. Güya zeybek kelimesinin deforme edilmiş hali oluyor Zübük, çakma zeybek gibi bir şey. Böyle bir tanımla kalacak Zübükceğiz. Bir mizah karakteri olarak piyasaya sürüldüğü zamandan bugüne hiç kimse dokunmayacak kendisine. Öyle aramızda hatta başımızın üstünde bir yerde yaşayıp gidecek. Doğuşunun, varoluşunun gereğini yerine getirecek. Aramızda dolanacak, dolandıracak, sürükleyecek ardından, süründürecek… Kandırılmaya doymayan insanlar her öğün vakti açlıklarını giderecek. Üstüne kola içip geğirecekler. 

Gazeteler, Tv’ler, kişiler Zübük’ün güne dair ne söylediğinden, kime gider yaptığından, hangi başkana çattığından, hangi lidere atarlandığından falan söz edecek. Başkanlarla konuşmak prestij nedeni olacak, önemli biri kılacak yine onu. Hangi başkanla telefonda konuştuğu günlerce konuşulan haber olacak. Ardına kadar açık kapılarda, golf sahalarında, bol camekanlı mekanlarda, havuz kenarlarında gizli anlaşmalar yapacak karanlık adamlarla. Bir tek onları dolandırmayacak bu hayatta. Geri kalan kim varsa Zübük’ü o adamlara, insan ve insanlık düşmanlarına, insanın yeryüzünde konumlanışını hazmedemeyenlere, sömürüye dayalı piyasa koşullarına düşman sanacak. Bu sanrı onu yegane kılacak, biricik yapacak. Tek adam denecek kendisine, yalnız bırakmayacağız, arkandayız denecek. Bir açıklamaya soyunduğunda “Bu konuda yalnız olduğumu biliyorum, ama sizin için uğraşacağım, yılmayacağım” diye vurgulayacak mesela. Alkışlarla büyüyecek, büyüyerek alkışlanacak. Her bir konuşmada hayali bir muhalif edinecek kendisine. Din diyecek, iman diyecek, İslam diyecek; bunlar camiye de karşı çıkıyorlar diyecek, camiler inşa ettirecek. Muhalifi gösterilmediği için, hatta var olmadığı için onu hiç göremeyeceğiz. Görmediğimiz muhalif yerden yere vurulacak. Dinleyenler onun uydurduğu kavramlarla tutunacak hayata; onun söylediklerini tekrarlayacak. Eylediği her absürde anlam yükleyip onun kandırabilme kapasitesine güç bağışlayacak. 

Zübük’e muhalif olduğu sanılan ve insanların kendisinden ümitlendiği her gazeteci, her yazar, her aydın taarruza yeltendiğinde Zübük’ün kurbanı olacak. Açıkça paçoz diyen, pespaye diyen, dolandırıcı diyen kısa bir zaman sonra onun saflarında kılıç sallayacak. Demokrasi diyecek mesela, reel politik diyecek, ilerleme diyecek; yol, köprü, baraj, cami diyecek, din-iman diyecek zübüğünden öğrendiği emsalsiz dille…

Elbette Zübük falan denemez hiç kimseye. Ama bir Zübük mağduru denebilir her birimize. Doğrusu güzel hikaye. 1960 civarında Aziz Nesin kaleminden, tam adıyla söylersek Kağnı Gölgesindeki İt. Sözü edilen Aziz Nesin’se biliyorum ki onu asla okumazsınız! Zaten genel olarak işaret edilen okunmaz, sosyal olduğu iddia edilen ortamlarda paylaşılan yazılar bile. Paylaşılır ama okunmaz. Yine de paylaşmak güzeldir. Bu yazının burasına kadar okuyabilmeyi başaran biri –ki bu harika bir şey, teşekkür ederim - o zaman şu Zübük’ün filmini bir daha izleyebilir. Mutlaka izlemiştir de bugün sahip olduğu gözlerle bir kez daha izlemesi yararına gibidir. 1980’de Kartal Tibet yönetmiş, Atıf Yılmaz senaryolaştırmış, Kemal Sunal oynamış. Çekimleri Kırklareli’nin Vize ilçesinde, Ankara ve İstanbul’da gerçekleşmiş. Bir gazetecinin anlatısıyla şapkasını kapıp gelen ya da şapkadan çıkan yahut da şapkasız çıkmayan bir siyasetçi sunulmuş. O zamanın izleyicisi metafor olarak muhtemelen şapkada kalmıştır, bugünün izleyicisine bir bakalım ne kalmış. En sonda da şöyle denmiş; “Zübüklerden kurtulabilmenin yolu içimizdeki Zübük’ten kurtulmaktır. Bizim hepimizin içinde zübüklük olmasa, bizler de birer Zübük olmasak, aramızdan böyle zübükler büyüyemezdi. Hepimizde birer parça olan zübüklük birleşip işte başımıza böyle zübükler çıkarıyor. Oysa zübüklük bizde, bizim içimizde. Onları biz, kendi zübüklüğümüzden oluşturuyoruz. Sonra kendi zübüklüklerimizin bir tek Zübük’te birleştiğini görünce ona kızıyoruz. Bu zübükler her yerde var, biz zübükler nerde varsak, onlar da orda...”  Çoğu hikaye gibi anlatısı bitivermiş belki, ama hiçbir zaman bitmemiş. Yeni maceralara yelken almış Zübük, daha fazla kazanmayı, daha iyi sömürmeyi becermiş.