Zaman ve mekan Allah Teala’nın emrindedir. Nitekim Rasûlullah (s.a.v) bir kudsî hadîste Rabbimizin şu buyruğunu nakletmiştir: ‘’Ademoğlu zamana sövünce bana eziyet ediyor, zaman benim, tüm olaylar benim elimdedir gündüzü geceyi ben çeviririm.’’[1]  Bu noktada zamana sövmenin Allah’a eziyet etmekle bir tutulması oldukça dikkat çekicidir.  İbn Abdilber (r.aleyh) hadîs-i şerîfin şerhi bağlamında şöyle demiştir: ‘’ eş-Şâfii (r.aleyh) bu hadisin tevilinde şöyle dedi: -Allah daha iyi bilir- Arapların kültüründe zamanı kötülemek ve sövmek yaygındı. Başlarına ölüm, yıkım, para kaybı vb. musibetler geldiğinde; zamana söver ve onu kötülerlerdi. “Zamanın felaketi bizi vurdu”, “zaman onları yok etti”, “zaman onların aleyhine döndü”, “gece ve gündüz onları mahvetti” gibi sözler sarf ederlerdi.  Rasûlullah (s.a.v) şöyle demek istiyor: Zamanın, olayları yaptığını düşünerek “Zamana sövmeyin!” şayet bunu yaptığınız takdirde sövmeniz zamanın yaratıcısı Allah’a gider. Şüphesiz tüm olayları yaratan Allah’tır. Yüce Allah’ın istemediği hiçbir şey gerçekleşmez.’’[2]

Evet zamanın böylesine kutsal bir yönü vardır. Allah Teala sıfatlarıyla tecelli ettiği zaman ve mekanda kullarına kendini tanıtmaktadır. Hadiseler celal yahut cemal tecellilerinin dışına çıkmaz. Kul ya cemale ya da celale muhatap olup, şükür ve sabırla denenir. Buradan kendisine bir marifet kapısı aralanır. Aklını kullanan, kalbinin pusulasını Allah’ın rızası kılan elbette bu marifetten istifade eder. Aksi noktada tutum takınan ise -maazallah- kaybedenlerden olur.

Cenâb-ı Hakkın hususi rahmet tecellilerine nail olan zaman dilimlerinden biri de üç aylar olarak bildiğimiz Recep, Şaban ve Ramazan aylarıdır. Efendimiz (s.a.v) bu aylar başladığında şöyle dua etmiştir: ‘’’Allah’ım! Receb ve Şaban’ı bize mübarek kıl ve bizi Ramazan’a ulaştır.”[3] Yani Recep ve Şaban ayları Ramazan’a ulaşma yolunda bir hazırlık aşamasıdır. Bu aylarda nail olunacak bereketler ile Ramazan-ı Şerif ayının en güzel şekilde idrak edilmesi hedeflenmiştir. Dolayısıyla müslümanların Recep ve Şaban aylarında ibadetlerini arttırmaları, günahlarına tövbe etmeleri, Ramazan’ın eşiğine sorumluluğunun bilinciyle hareket etmiş birer müslüman olarak varmaları oldukça mühimdir. Bu dünya fanidir. Kişi önünde sonunda bu diyarı terk edecek asıl yurt olan ahirete irtihal edecektir. Nitekim bir rivayette Cebrail’in (a.s) Efendimiz’e (s.a.v) gelerek şöyle dediği nakledilmiştir: ‘’ Yâ Muhammed! İstediğin kadar yaşa, mutlakâ öleceksin. İstediğini sev, mutlakâ ayrılacaksın. İstediğin şeyle amel et, sonra onun karşılığını elde edeceksin. İyi bil ki mü’minin şerefi, geceleri kâim olmasında (yani seherleri uyanık olmasında), izzeti ise insanlardan müstağnî kalmasındadır.’’[4]

O halde kişi bu şuuru kuşanarak mübarek üç aylar mevsimini ibadetle ihya etmeli, günahlardan behemehal uzak durmalıdır. Unutmamalıdır ki geçen sene Ramazan ayında aramızda olup da bugün olmayan nice insan var. Onlar şu an isteseler de bu nimete nail olamazlar. Dolayısıyla fırsat elimizdeyken ciddiyeti kuşanarak bu ayı ibadet ve hizmet ayı kılalım.

Zünnûn-i Mısrî’ye (k.s) isnad edilen bir rivayette şöyle buyrulmuştur: ‘’Recep ekme ayı, Şaban sulama, Ramazan mahsul ayıdır. Herkes ne ekerse onu biçer.’’  Bu noktada ekinimizi tövbe, salih amellerimizi su kılmak, Ramazan ayında da en güzel mahsul olan rıza-ı ilahiye erişmek yegane çabamız olmalıdır. İbadetin sadece kişisel olanı değil sadaka, iyiliği emredip kötülükten nehyetmek gibi toplumsal yönleri olan ibadetleri kapsayacak şekilde ifası da büyük önem ifade etmektedir. Bu mübarek mevsimin hem ümmet-i muhammed için hem de bütün dünya mazlumları için kurtuluşa vesile olması temennisiyle…

[1] Buhârî, 4826.

[2] El-İstizkâr, 27/310.

[3] Taberânî, el-Mu‘cemü’l-evsat, 4/189 [3939]; Beyhakî, Şuabü’l-İmân, 5/348-349.

[4] Hâkim, 4, 360-361/7921