Cumhuriyet döneminin siyasal tarihini veya başka bir
deyişle parlamenter tarihimizi incelediğimizde bunun aslında bir darbeler,
baskılar ve halka rağmen halkı yönetme mücadelesi olduğunu görürüz. Cumhuriyeti
kuran kadrolar, her ne kadar iyi niyetli olsalar da zamanla belli bir elit veya
seçkinler zümresini oluşturmaktan kurtulamadılar. Ülkeyi işgalden ve Padişah
yönetiminden kurtardıklarından kendilerini sürekli bu ülkenin gerçek sahibi ve
kurtarıcısı olduklarını düşündüler. Fakat şimdi Padişah yurt dışına sürülmüş,
düşman denize dökülmüştü. Ülkeyi kimden kurtaracaklardı. Onlar, düşman
üretmekte zorlanmadılar. Yeni düşman veya ülkeyi kendilerinden kurtarmaları
gereken düşman bizzat halk olacaktı. Çünkü Türk halkı cahildi. Gericiydi.
Yobazdı. Dinini severdi. Eğer onlar yönetimi ele geçirirlerse seçkinler
zümresinin bütün düzenleri ve başarıları ellerinden alınacaktı.
Bu nedenle, ülkeyi kurtaran elit zümre halkı ve halkın
değerlerini karşılarına aldılar. Bu değerler din, gelenek ve maziydi. Bunun
için Bizzat Atatürk ü bile karşılarına almaktan çekinmediler. Atatürk ün son
dönemleri bir anlamda onun seçkinler zümresine karşı halk adına mücadele
etmesiydi. Fakat onun erken ve vakitsiz ölümü (onun böyle birden bire sahneden
çekilmesi de ayrıca şüphelidir) üzerine yönetim gerçek anlamda bu elitin eline
geçti. İlk yaptıkları iş, bizzat Atatürk ü halktan koparmak ve paralarda onun
resmini çıkarmaktı. Demokrat Parti iktidara geldikten sonra Atatürk e iade-i
itibar sağlaması ve ona hakaret etmeyi yasaklaması da bu minvalde
değerlendirmek gerekmektedir. Fakat Demokrat Parti yi iktidardan eden güçler,
Atatürk inkılapları adına onlara karşı olduğunu söylemeleri de bence büyük bir
ironidir.
Cumhuriyeti yöneten sınıf, kendi iktidarlarını sürdürmek
ve iktidar nimetlerinden yararlanmak için halkın değerlerini küçümsediler.
Halkın her türlü taleplerine laiklik sihirli formülüyle karşı çıktılar.
Darbelerimize ve kapatılan partilerimizin gerekçelerine baktığımızda da bunu
görürüz.
Peki, halka rağmen halkı nasıl yönetebiliyorlar. İşte
elit zümrenin en büyük başarısı da burada gizlidir. Onların en büyük güçleri
bizzat ordudur. Bütün desteklerini ordudan almaktadırlar. Ordunun desteğini
sağlamayı da laiklik, cumhuriyetin değerleri ve Atatürk ilkelerini savunma
gerekçesiyle sağlamışlardır.
Bundan dolayı, cumhuriyetimizde aslında cumhur yoktur ve
yönetenler de sürekli halktan korkmaktadırlar. Hatta bir büyüğümüzün dediği
gibi komünizm de gelmesi gerekiyorsa onu da biz getiririz. Bu görüş, onların
bulundukları konumu kaybetmek istemedikleri, demokrasi ve hukuk değerlerinin
önemli olmadığını çıkarlarını korumak için komünizmi bile getirebileceklerini,
ancak halka yönetimi vermeyeceklerini göstermektedir.
Cumhuriyet tarihimizin parti ve siyasi mücadelesi işte bu
bakışla daha iyi anlaşılabilmektedir. Çünkü siyasal tarihimiz aslında halkın
yönetime talip olması ve yönetici elit zümrenin bu mevzilerini terk etmek
istememelerinin kavgasıdır. Bir Terakki Perver Cumhuriyete Fırkası ve Serbest
Cumhuriyet Fırkası na halkın gösterdiği teveccüh bunun göstergesidir. Serbest
Cumhuriyet Fırkası nın kapanmasının en önemli gerekçesi halkın henüz
demokrasiye hazır olmamasıdır. Aslında bunu halkın kendilerini ve görüşlerini
benimsemedikleri şeklinde algılamaktayız.
Daha sonraki dönemlerde sistem partileri karşısında
sürekli dışlanan partiler halkın ilgisine mazhar oldular. Bir Demokrat
Parti nin ezici bir çoğunlukla iktidara gelmesi, ardından onun değerlerine
sahip çıktığını iddia eden Adalet Partisi ne bayrağının devr edilmesi bunun
göstergesidir. Fakat Adalet Partisi nin gittikçe elit zümreye yanaşması ve
halktan kopması üzerine halk başka arayışlara yöneldi. İşte asıl kırılma da
burada yaşandı. Çünkü eskiden sistemin karşısında duran partilere blok olarak
büyük bir güçle oy veren halkın şimdi oyu bölünmüş oldu. Bu da elit zümrenin
yeni bir oyunuydu. Adalet Partisini yanlarına çekerek halkın elindeki en büyük
güç olan oyunu böldüler. Adalet Partisinin sistemle entegre olmaya çalıştığını
görenler yeni oluşumlara başvurdular. Böylece güç dağılmış ve elit zümrenin
uzun yıllar mevzilerini korumaya çalışmalarına neden olmuş oldu. Adalet Partisi
karşısında yeni arayışlar Milli Nizam ı, Milli Selamet i, Milli Hareket Partisi
vb. oluşumları ortaya çıkardı. Fakat bu durum, güçlerin bölünmesine yol açtı.
Bu çatışma ve kararsızlık ortamından sonra 12 Eylül darbesi yaşandı. Yine aynı
senaryo uygulandı. Halka rağmen onu yönetme senaryosu. Sistemi kuran güçler
yine halkı yanlarına çekemediler. Halk büyük bir feraset göstererek sistem
partileri karşısında onların dışladığı Anavatan Partisi ne yöneldi ve onu uzun
yıllar iktidara taşıdı. Yani halk, sistemin karşısında olan her oluşumu aslında
destekledi. Sergilenen oyunu anlamasa da ferasetiyle hissetti. Peygamberin
dediği gibi mü minin ferasetiydi bu
Ama zamanla iktidar nimetlerine gark olan bu oluşum,
sistemin dayatmalarına teslim oldu ve geldiği yerleri unuttu. Bunun üzerine
halk yeniden kendisinin görüşlerini dile getirecek odaklara yöneldi ve bu
ortamda Refah Partisi ne büyük bir destek verdi. Bu destek sayesinde Refah
Partisi iktidara geldi. Ama elit sömürü zümresi, kalelerine yapılan bu
saldırının sonuçlarının nasıl olacağını gördü. Çünkü bu hareketin başarıya
ulaşması demek bir daha iktidar nimetlerinden yararlanmamak demektir. Bunun
üzerine büyük bir oyun sergilendi ve 28 Şubat senaryosuyla halk yeniden
iktidardan indirildi. Fakat bu sefer Türk halkı erkek ve yiğit olduklarını
söyleyen elit zümreye cesurca kafa tutabileceklerini savunup halktan oy
isteyen MHP yi destekledi. Gerçekten de bu parti yüzde beşler civarındaki
oylarını alıp yüzde on beşlere kadar çıkarabildi ve iktidara taşında. Ama yine
aynı ironi sergilendi. Bu oluşum, iktidar oldu fakat muktedir olamadı. Yönetimi
halk adına yürüteceklerine elit zümresinin sözcüsü olmaya başladılar. Erkek
olduklarını iddia etmelerine rağmen, gerçekten ürkek oldular. Tehdit ve
şantajlara boyun eğdiler. Seçkinler zümresinin her dediklerini yaptılar. Bunun
da cezasını halk verdi tekrar onları geldikleri yüzdelik dilimine gömdü.