Rusya’nın Sesi Radyosu’nun yorumcularından Yevgeniy Yermolayev Pakistan’dan başlayıp Kuzey Afrika’ya kadar uzanan hattı “terör kavisi” olarak nitelendiriyor. Bir diğer yorumcu Andrey Grozin ise, bu hatta son dönemde yoğunluk kazanan eylemlerin arka planındaki Batı’nın rolüne ve otorite boşluğu yaşanan bölge üzerinde terör örgütlerinin yürüttüğü güç mücadelesine dikkatleri çekiyor.

Grozin’in bir diğer dikkat çekici ifadesi ise, Batı’nın bölgede askeri güç yerine “kaos” seçeneğini ön plana çıkartması ve teröre göz yumması. Grozin bu hususu “düzenli kaos” çerçevesinde ele alıyor ve modelin başlangıçta (Libya’da) mükemmel bir şekilde işlediğine inanan Batı’nın, bir süre sonra hayal kırıklığı yaşamaya başladığını ve özellikle de Suriye ile birlikte tökezlediğini iddia ediyor.

Askeri müdahale seçeneğinin bir türlü gerçekleşememesinin ise bölgede radikalizmi daha da arttırdığına ve El Kaide türü yapılanmaların güç kazanmasına neden olduğunu belirten Grozin, “Batı terör gruplarını yönlendirmiyorsa da eylemlerine yol açıyor” tespitinde bulunuyor. Diğer Rus analizci Yermolayev de benzer bir tespitte bulunarak, “uluslararası terör Batı’nın göz yummasından yararlanarak taarruza geçiyor” diyor.

Rusya cenahından uzman bakış böyle. Türkiye perspektifinin de çok farklı olduğu söylenemez, en azından bu tespitler boyutuyla...

Nitekim terör örgütlerinin sayılarındaki ve eylem adreslerindeki artış, yöntemlerindeki şiddet, bu örgütler arasındaki mücadele ve bunlara verilmeye devam eden “örtülü destek”; başta yakın coğrafyamız olmak üzere tüm dünyada “kirli bir savaşa”, İslam’a yönelik yeni bir psikolojik operasyona ve radikal bir saldırıya işaret ediyor.

Terör coğrafyasını daha da genişletme ve derinleştirmeye yönelik bu süreçte Afrika da dikkatlerden kaçmıyor. Libya ve Mali ile ön plana çıkmaya başlayan kıta, darbe sonrası kendisini Mısır’da da göstermeye başlamış durumda. Somali’deki Türk misyonuna ve Kenya’da AVM’ye yönelik terör saldırıları, Ortadoğu sonrası sıcak coğrafya olarak Afrika’yı işaret ediyor.

Yeni Haçlı Seferleri ve Terör...

İslamifobiaya ve bu kapsamda İslam dünyası ile dünyanın değişik yerlerindeki Müslümanlara her türlü müdahaleye meşruiyet kazandırmaya yönelik bu stratejide yine Müslüman olduklarını iddia eden terör örgütlerinin tekrar yoğun bir şekilde ön plana çıkartılmaları ve Türkiye’nin çıkarlarını hedef almaya başlamaları da oldukça dikkat çekici.

Özellikle, 11 Eylül sonrasında İslam coğrafyasına yönelik “Yeni Haçlı Seferleri” olarak da adlandırılan süreçte terörün bu denli yoğun bir şekilde kullanılması ve bunun özellikle de BOP kapsamında ön plana çıkan etnik-mezhepsel bazlı “çatıştırma-bölme-yönetme” hedeflerine hizmet etmesi de oldukça manidar. Nitekim söz konusu yoğunluğun ve eylemlerin BOP haritası ve ortaya konulan hedefler ile paralelliği dikkatlerden kaçmıyor.

Operasyon alanlarında çok farklı ülke ve gruplara hizmet eden ve birçoğu mantar gibi ortaya çıkan bu tabela örgütlerin en temel özelliği, İslam adına başvurdukları yöntemlerin İslam dini ile hiç bir şekilde ilgisinin olmaması ve hatta İslam imajına vurdukları darbedir.

Nitekim, bugün Müslüman denildiğinde, birbirini boğazlayan insan görüntüleri hemen gözler önüne geliyor. İşin trajikomik yanı, biri “Allahu Ekber” diye boğazlarken, diğerinin kelime-i şehadet getirmesi...

Hedef, İslam’ın önlenemeyen yükselişidir...

Bu bağlamda, özellikle sosyal medya ağırlıklı yürütülen psikolojik operasyon Batı’da yükselişe geçen İslam’a yönelik artan ilgiyi sabote etmenin yanında, İslam dünyası içerisinde de özellikle gençleri hedef almaya başlamış bulunuyor. Dolayısıyla, bu eylemler sosyo-psikolojik ve inanç boyutu itibarıyla da çok yönlü bir güvenlik sorununa dönüşmüş durumda.

Diğer taraftan, bu örgütlerin yaptıkları eylemlerin daha çok emperyalizmin çıkarlarına doğrudan ve dolaylı şekillerde hizmet etmesi ya da bir kısım örgütlerin onların işlerini kolaylaştırıcı eylemlerde bulunması, işin çok farklı ve vahim bir boyutunu ortaya koyuyor.

Bu husus, İslam dünyasının kendi içerisinde ciddi zafiyetlere yol açmakta, iç istikrarsızlıkları derinleştirmekte ve hatta iç savaşlara da zemin hazırlayabilmekte. Bu kapsamda en somut örnek, sonuçları itibarıyla düne kadar Irak iken, bugün bu sayı daha da artmış bulunmakta.

Bu bağlamda, “Yeni Ortadoğu” inşası sürecinde ihalenin terör örgütlerine devredilmesi ve yine bunlar üzerinden dost-düşman ülke farkı gözetilmeksizin yeni bir dizayn ve işbirliği sürecine gidilmesi (örneğin, İran’ın ABD’ye El Kaide ile mücadele noktasında yaptığı çağrı gibi), söz konusu tehdidi Türkiye açısından “çok boyutlu” bir noktaya taşımış durumda.

Meselenin bam teli de zaten burası. Türkiye’nin terörle imtihanı kapıda. O yüzden, fazlasıyla dikkatli olunması gereken, hassas bir sürecin içerisine girmiş bulunuyoruz.