İslâm dünyasının yöneticilerinin Gazze’de yaşanan katliamlarla alakalı yaptırım içeren, sosyal, siyasal ya da ekonomik kararlar alamadığını görüyoruz. O zaman şu yapılabilir. Kudüs davasının savunucusu olan Müslümanların çoğu Facebook’un sahibinin Mark Zuckerberg isimli bir Yahudi olduğunu bilir. Sadece Türkiye’de on milyonlarca ve İslam dünyasında belki de milyara yakın kullanıcısı olan Facebook hesabı olanlar geçici süreliğine de olsa hesaplarını kapatabilir. Özellikle şirket, sivil toplum hareketleri ve siyasi partiler hesaplarını kapatmak bir tarafa, akıl almaz rakamlara ulaşan sponsorlu paylaşımlarını kesse nasıl bir etki oluşur, hiç düşündünüz mü? Kesinlikle iktisadi açıdan İslâm İşbirliği Teşkilatının açıklamasından daha etkili bir hamle olurdu.

Şimdi gelelim sosyal medyanın Müslümanlara sosyolojik açıdan verdiği zarara. Öncelikle şu konuya dikkat çekmek istiyorum. Aşağı yukarı on yıldan fazla zamandır Müslümanların aktif saha refleksini kaybettiğini görüyoruz. Bizim inancımıza yapılan her türlü saldırıya mutlaka cevap veriyoruz ama cevap verme şeklimiz haddinden fazla pasifleşti. Bunu, sosyal medyadaki tepki sayısının bazen meydanlara yüzde bire varan oranlarda yansıdığından net bir şekilde anlayabiliriz. Eğer sosyal medyada paylaşılan Filistin davası ile alakalı bir basın açıklaması duyurusunu bin kişi beğeniyor ve açıklamaya on kişi geliyorsa orada bazı sorunlar var demektir.

İşte tam da değinmek istediğimiz nokta burası. Şu an zihinlere oturan en büyük yanılgı şudur; tebliğ, mücadele ya da insanlığa faydalı işler yapma gayreti sadece sosyal medya üzerinden yapılamayacak kadar önemlidir. Hemen ardından şunu da ekleyelim. Aynı kavramlar bugünün dünyasında sosyal medyayı kullanmadan da savunulamayacak kadar önemlidir. Bizim dikkat çekmek istediğimiz konu sosyal medyanın bize farkında olmadan vurmak istediği sanal prangadır. Bugün hepinizin mutlaka bir tane sabah akşam sosyal medyadan durmadan paylaşım yapan ama evinden çıkmayan, hareket kabiliyetini yitirmiş, aksiyonun verdiği heyecan ve etkiyi unutmuş tanıdığı vardır. İşte bunlar asıl kendine getirilmesi gereken kitle olarak duruyor.

Geleneksel medya dönemlerinde yani tek yönlü iletişimin hâkim olduğu, insanların sadece dinleyici ya da izleyici olduğu dönemlerde tepki ister istemez aksiyona dönüşüyordu. Çünkü yaşanan hadiseler karşısında bir söz dahi söyleyemeyen bireyler meydanlarda hızlı bir şekilde organize olabiliyorlardı. Sosyal medya ile gelişen çift yönlü iletişim insanlara oturdukları yerden kendilerini düşüncelerini ifade edebilme imkânı verince artık insanlar yerlerinden kalkamaz hale geldiler. İşte bütün bunlar asla birtakım tesadüfi teknolojik gelişmeler olarak ifade edilemez. Her sosyal medya ya da teknolojik yeniliğin mutlaka psikolojik ve sosyolojik açıdan da değerlendirildiğini bilmek durumundayız. Yoksa Amerika’da bazı devlet yetkililerinin sosyal medya kanallarının kurucuları ile zaman zaman yaptıkları toplantıları ve ne amaçla bu toplantıların yapıldığını izah edemeyiz.

Sosyal medya kanalları esasen sosyalleşmenin önünde en büyük engel olan, insanı içtimai hayattan kopararak sanal bir hayata hapseden, RTÜK uygulamalarına takılmadan her türlü ahlâksız ve şiddet içerikli yayının kolaylıkla ulaşılabildiği teknolojik bir hapishaneye dönüşmüştür. Müslümanlar Osmanlı’dan sonra kürsüyü kaybetti. Kürsüden kasıt birlik, beraberlik, söz sahibi olmak ve tek merkezden güçlü ve yaptırım kabiliyeti olan sağlam bir irade demektir. İşte bugün yaşadığımız modern zamanın sorunları başta olmak üzere o tarihten itibaren yaşadığımız bütün sorunlar kürsünün kaybedilmesinden sonra başladı. Tabii bütün bu olumsuzlukların yanında şunu da ifade etmekte fayda var. Kutsal, ortak değerlerimize saldırı olduğunda Müslümanlar olarak bizlerin hâlâ hızlı bir şekilde organize olarak bir araya gelebilme kabiliyetini kaybetmemiş olmamız sevindirici. Tüm eksiklerimizle birlikte.

Her şeye rağmen Kudüs İslâm’ındır, Müslümanlar Kudüs’ten ve Filistin davasından asla vazgeçmeyecektir. Gazze’de zafer naralarının atıldığı aydınlık sabahta buluşmak üzere.