terörün son bulması terör örgütünün insafına ve inisiyatifine bırakılmamalı/bırakılamaz. Terör örgütü kendi inisiyatifi ile silah bıraktığı takdirde, bir süre sonra yeniden silaha sarılır/sarılabilir. Geçmişte bunun örneğini çeşitli kereler gördük. Özellikle çözüm süreci adı altında başlatılan süreçte de bu gerçeği son olarak yaşadık. Bu bakımdan terör örgütünün gönüllü olarak silah bırakmasını beklemek gerçeklerle bağdaşmıyor. Bu bakımdan terör örgütünün silah bırakmak zorunda bırakılması gerekiyor. Öylesine zorunda bırakılmalı ki, bir daha bıraktığı silahları ele alma gücünü ve cesaretini kendisinde bulamasın. Bu noktada terör örgütüne destek veren iç ve dış unsurlarda bundan böyle terör örgütüne destek verecek gücü kendilerinde bulamamaları gerekiyor. Terör örgütünün dış destekleri hususunda bu köşede çeşitli kereler düşüncelerimi dile getirdim. Ancak, bu örgütün bir de siyasi parti görünümünde iç uzantıları var. Bu uzantıların da artık terör mü siyaset mi tercihini net bir şekilde ortaya koymaları gerekiyor. Bir yandan, “Tahriklere karşı en iyi ilaç barıştır” söylemini dillendirirken bir yandan özerklik çağrıları ve güçlerini terör örgütünden güç aldıkları söylemi bir arada olamaz. Böyle bir ikiyüzlü yaklaşım samimiyetsizliğin ifadesi olmaktan öte geçemez. Çünkü barışın temelini samimiyet oluşturur.

Hemen belirteyim ki, artık terör örgütü gündeme geldiğinde akla bu örgütün arkasındaki dış güçler, İsrail ve müttefikleri de geliyor. Bunu takiben İslam dünyasını bir iç savaşın içine sürükleyenlerin de bu ülkeler olduğu hatırlanıyor. Bu gelişme bize göre teröre doğru teşhis koyma yönünde önemli bir gelişmedir. Çünkü yakın zamana kadar terör örgütü küresel sömürü güçlerinden bağımsız, sadece ülkemizin iç şartlarının ortaya çıkardığı bir yapı olarak algılandı. Böyle algılanması yönünde medyada gerekli ortamı sağladı. Özellikle de bu ülkeyi yönetenler bugüne kadar nedense terör örgütünün dış destekçileri üzerinde durmamayı tercih ettiler. En fazla ‘üst akıl’dan söz edildi. Bu üst akılın isimlendirilmesinden kaçınıldı. Bu kaçınılma sebebiyle ülkemizin gerçek düşmanları siper arkasında rahatlıkla kendilerini gizleyebildiler.

Bugün gelinen noktada Diyarbakır’ın Bağdat gibi bir sömürü alanı haline getirilmek istendiği yetkililer tarafından da dile getirilmeye başlandı. Ki bu yaklaşım terörü ve terör örgütünü gerçekçi bir değerlendirmeye tabi tutabilmek açısından önemli bir gelişmedir. Bu değerlendirmeler yıllar önce yapılabilseydi ve benzer değerlendirmeleri yapanlara kulak verilebilseydi terörle mücadelede çok daha önemli mesafe almak mümkün olabilirdi.

Önceki gün TV5’de Günden Yansıyanlar programına bağlandığımda da bu hususlara dikkat çekmeye çalışmıştım. Programı izleyen bir tanıdığım, Milli Görüş’ün yıllardan beri dile getirdiği hususları ifade ettiğimi belirtti. Ben de kendisine dile getirilen yaklaşımın doğru olup olmadığı sorusunu yönelttim. Doğru olduğunu ama bu ülkeyi yönetenlerin ve toplumun büyük kesiminin bu gerçeği bilmediğini gerek yöneticiler gerek toplum kesimlerinin bu gerçeği görememiş olması gerçeği gerçek olmaktan çıkarmaz. Bize düşen bildiğimiz doğruları topluma mümkün olduğunca aktarmaktır. Hemen belirteyim ki kitleler bir takım şartlanmalarla hareket ediyor olsa da yaşanan toplumu derinden yaralayan olaylar karşısında artık ülkeyi yönetenler de bizim yıllardır tekrarladığımız bu gerçeği ifade etmeye başlamışlardır. Bu da bir gelişmedir. Farkına varılması gereken bir başka husus da terör örgütlerinin kendiliklerinden silah bırakmayacağı, bırakmak zorunda bırakılmaları gerektiğidir.