Son gelişmeler, Türk dış politikasında ciddi anlamda bir

güven ve irade sorununun varlığına dikkatleri çekiyor. Türkiye gibi, iç-dış

politikanın bu kadar iç içe geçtiği, daha yerinde bir tabirle dış politikanın

iç siyaseti fazlasıyla etkilediği, belirleyici olduğu ülkelerde gündem de

kaçınılmaz olarak bu eksende gelişiyor...

Burada dış politika bağlamında yaşanan gelişmelerin arka

planı da hiç kuşkusuz oldukça önemli. Bir diğer ifadeyle, sürecin Ankara

merkezli olup olmaması ya da dış politika üzerinde küresel irade nin yeri,

belirleyicilik derecesi ile küresel-milli iradeler arasındaki hassas-ince

denge, iç-dış siyaset noktasındaki güven ve istikrar açısından büyük bir önem

arz ediyor.

Bu da doğrudan doğruya eylem ve söylemdeki tutarlılıktan,

doğruluktan geçiyor. Bir diğer ifadeyle siyaset-strateji-araçlar arasındaki

ahenk durumu, dış politikadaki tutarlılığı, kararlılığı ve sürekliliği

etkiliyor. Söylem üzerine inşa edilmiş dış politikaların kısa bir süre sonra hedef

haline dönüşmesi de işte bu nedenden ötürü hiç zor olmuyor.

Tarih bize şunu söylüyor: Kısa-orta vadeli gerçeklerin uzun

vadeli hayallere teslim edildiği ve tarihsel mirasın misyon adına konjonktüre

kurban edildiği, milli zemin ve düşünceye dayanmayan hayalperest-maceracı dış

politika anlayışları eninde sonunda kaybet(tir)meye mahkumdur.

Nitekim, son dönem Türk dış politikası tam da bu noktada hem

içeride hem de dışarıda fazlasıyla tartışılmaya başlamış bulunmakta. Özellikle

de Arap Baharı sürecinde yaşanılan krizlerde izlenilen inişli-çıkışlı

politikalar; söylem-eylem bağlamında tutarsız, eksen kayması yaşayan,

vizyonunun ve bu kapsamda söylemlerinin, taahhütlerinin esiri olmaya başlayan

bir Ankara görüntüsü ortaya koymakta. Bir diğer ifadeyle, İttihatçı

imparatorluk anlayışı bir kez daha bu ülkeyi büyük bir maceranın içine itmekte

ve buna da proaktif dış politika denmekte...

Bu nasıl bir proaktif dış politika anlayışıdır ki kendi

krizlerini kendisi çözemez, hatta çözmeye çalıştığı bir takım krizlerin parçası

olur, başkalarının silahıyla-teknolojisiyle-kavramlarıyla meydan okumaya

kalkışır, ekonomisi büyük ölçüde sıcak paraya bağlıdır ve bu politikaya kendi

halkı bile büyük ölçüde inanmaz, destek vermez...

Bu noktada, Türkiye nin dostu-müttefiki olarak ön plana

çıkan ülkelerin de Ankara yı eleştirmeye, güvenirliliğini sorgulamaya

başlaması, açıkçası üzerinde fazlasıyla düşünülmesi gereken bir durumdur.

Nasıl mı Bir an için kafaları gömülü olduğu kumdan

çıkartalım ve etrafa şöyle bir bakalım. Proaktif dış politika izleyen

Türkiye nin etrafında iç içe geçmiş kaç tane kriz halkası var ve burada

Türkiye nin yanında yer alan, alabilecek olan kaç ülke söz konusu Daha

doğrusu, sorunlu-kavgalı olmadığımız kaç devlet var ve Türk halkı bu sorunların

kaçta kaçında hükümetin yanında

İsterseniz ilk halka ile başlayalım. Batı sınırlarımızdan

hareketle, güneyden kuzeye doğru komşu ülkeleri sıralayalım:

Bulgaristan-Yunanistan-GKRY-KKTC-Suriye-Irak-İran-Nahçıvan

(Azerbaycan)-Ermenistan ve Gürcistan. Bu halkaya arzu ederseniz Karadeniz e

komşu, kara sınırlarımızın bulunmadığı Rusya, Ukrayna ve Romanya yı da dahil

edebiliriz.

Bu ilk halkada sorunlu olmadığımız sadece üç buçuk ülke var.

Diğerleriyle öyle ya da böyle, en azından güven boyutunda sorunlarımız söz konusu.

Örnek mi Azerbaycan ve Gürcistan. Arap Baharı süreci ve burada Türkiye nin

oynadığı rol bu ülkeleri Ankara ya karşı daha temkinli bir duruşa sevk ederken,

Suriye ye dolaylı destek verdikleri de basında yer alan iddialar arasında.

Rusya-Gürcistan savaşında Türkiye ye karşı güvenini kaybeden

Gürcü yönetimi ile, Türkiye-Ermenistan arasındaki normalleşme sürecinde Ankara

ile bir kriz yaşayan Bakü, son dönemde Türkiye nin Arap Baharı sürecinde,

özellikle de Suriye krizinde izlediği politikadan ciddi manada rahatsızlık

duyuyor.

Bunların dışında, ABD nin etkisi altında yürütüldüğüne

inanılan bu proaktif dış politika nın Ankara merkezli olmadığına ikinci

halkayı oluşturan ülkelerin önemli bir kısmı da inanıyor. Örnek mi Orta Asya

Türk Cumhuriyetleri...

Burada, birinci halkada yer alan Rusya ve İran ın verdiği

tepkiler ise daha vahim. İran Türkiye deki NATO üslerini (Kürecik gibi)

vurmakla tehdit ederken, Rusya Soğuk Savaş sonrası dönemde tarihinin en büyük

deniz tatbikatlarından birini Karadeniz de gerçekleştirecek.

Bunların dışında, örneğin Ürdün Kralı nın son dönemde

Türkiye-Mısır ilişkilerine yönelik olarak buram buram Washington ve Tel Aviv

kokan eleştirileriyle, Körfez ülkelerinin bazıları ile zaman zaman Suriye

merkezli yaşanan ihtilaflar da ikinci halka boyutunda Türkiye nin nasıl bir

kumpasa sokulmaya çalışıldığının en büyük emareleri olarak karşımıza çıkıyor.

Burada özellikle, özür sonrası Filistinli gruplar bağlamında Türkiye ye

yönelik farklı tepkiler de açıkçası dikkatlerden kaçmıyor.

Tüm bunlar karşısında muhalefet tarafından verilen tepkiler

de oldukça dikkat çekici. Dışişleri bakanını hedef alan gensorular bu bağlamda

üzerinde fazlasıyla durulmaya değer, en azından dış politikaya yönelik

eleştirel boyutu ve geldiğimiz aşama itibarıyla...