“Terörsüz Türkiye”, görünen o ki çoğunluğun hülyası.

İnsanlar artık savaşlardan, terörden, kavgalardan bıkmış.

Barış, huzur, dinginlik istemekte.

Terörün en yakın acılarını devşirenler de, başkalarının canı yanmasın diye bu rüya gerçekleşsin istemekte.

Gerçi bu hayalimizin elimizden alınacağı korkusu had safhada.

Emperyalistlerin rahat yüzü görmemize izin vermeyeceklerini, Suriye saldırıları ile anlamaktayız.

Bir adım sonrası Türkiye diye ürkmekteyiz.

Bütün bu ümit ve korku arasında yine de yaşanabilir bir ülke için başka mazlumlar yitirilmesin düşüncesi hücum etmekte yüreğimize.

15 Temmuz’un ertesi yılı bir Anadolu şehrine gitmiştim.

Beni gardan alan arkadaşım evine götürürken asansörde karşılaştığım çocukla darmadağın olmuştum.

Minik cüssesi ile elindeki ekmeği bağrına bastırmış fakat öyle hüzünlü idi ki sanki dağlar devrilmiş de o çocuk altında kalmıştı.

Bizden önce inince arkadaşım anlattı,

Babası içeride, KHK’dan yargılanıp işinden atıldı, aile perişan oldu.

Aklıma Selman geldi, burnumun direği sızladı.

Selman, benim okuyucumdu.

Millî Gazete okur, arada arar konuşurduk.

Yoksulun yoksulu ailesi okutamadığı için kendi imkânları ile çalışarak dişiyle tırnağıyla uğraşarak polis oldu.

Nasıl mutluydu, artık maaşı vardı, ailesine destek olabilecekti.

Atandığı şehirde daha ucuz olur düşüncesiyle arkadaşlarıyla birlikte FETÖ evinde kaldı.

Selman, sevdiği kız ile nişanlanmıştı.

Bir yandan evlilik hazırlığı için para biriktiriyor,

Bir yandan canından çok sevdiği bir doğu köyündeki ailesine para göndermekteydi.

Kendisine maaşının çok az bir dilimini ayırıyordu bu üçe bölünmüşlük esnasında.

O yüzden arkadaşları ile o evde kalarak daha az kira vermeyi hesap kitap etmişti.

15 Temmuz darbesi ile örgütün ağababaları yurt dışına kaçıp toplanan devasa paralarla derebeyi gibi yaşarken.

Olan Selman gibi kimi garip gureba çocuklara oldu.

Biri ihbar etmiş, hakkında soruşturma açıldı.

FETÖ evinde kalmaktan suçlu bulundu.

Polislikten atıldı.

Açılan davalar da şaştı kaldı.

Kahır doldu, kan kustu.

Tam maaşına kavuşmuşken, ailesine yardım edip evlilik planları yaparken başına gelenleri kaldıramadı.

O dönemleri kendisi ile değil hemşire nişanlısı ile konuşuyordum, ondan öğrendim.

Ağır kaygı ve üzüntülerle kanserin en ağır türüne yakalandı.

Hastanede yattı.

Nişanlısı, ailesinin itirazına karşın, İstanbul’daki görevinden ayrılıp, o doğu şehrinde hastanede olan Selman’a bakmaya gitti.

Selman, durumunu tevekkülle kabullendi, dağ gibi inancı vardı, “Kavuşmamız bu dünyada değil ahirete kaldı” deyip, garip bir kuş gibi öteye yöneldi.

Nişanlısı eli boş geri döndü İstanbul’a.

Selman’ı her anımsadığımda gözlerime yaşlar dolar.

Kim bilir bilmediğim, tanımadığım melekler kadar saf ve temiz kaç Selman var.

Darbe ile alakası olmayan, yoksulluğun girdabında çırpınırken; ucuz ev ya da gittikleri dershanelerden, kaldıkları yurtlardan sorgulanan masum insanlar.

Darbecilerin yaptıkları ihanetle bir tutulmamalı.

Şimdi güzel bir başlangıç yapıldı.

Suça karışmamış PKK’lılara askerlik ve iş kapıları aralanarak toplumla bütünleşmeleri sağlanacakmış.

Selman gibilerin işlerine geri dönme yolları açılmalı, toplumun içine sinmeyen bu masumların yaşadıkları haksızlık giderilmeli.