Nasihat insanın en çok ihtiyaç duyduğu ama yapılmasından da pek haz etmediği bir konudur. Yaratılış gereği insan fıtratı ulvi bir hayat sürmek zorundadır. Eğer Allah-u Teâlâ’nın emirlerine riayet ederse insanın hayatı da dünyası da abat olur. Yok, fıtrata aykırı bir hayat sürmekte direnirse hem dünyası hem de hayatı berbat bir hal alır.

İşte bu abat - berbat ikilemi içerisinde gidip gelen insanın şirazesi kaydığında onun kendine gelmesine vesile olacak olan nasihattir. İnsanın çevresinde bulunan, kendisine göre biraz daha aklı kesen, yol yordam bilen, daha derin düşünen insanlar şirazesi kaymış kişiye gittiği yolun yol olmadığını, yanlış yaptığını izah ederler. Bu onların vazifesidir aynı zamanda. Eğer nasihat edilmezse insan sonu hüsranla biten bir ömür sürme ihtimaliyle karşı karşıyadır. Ancak yerinde ikazlar bu durumu düzeltebilir. İşte nasihat edenlerin, uyaranların amacı da tam olarak budur. Asr Suresinde Allah-u Teâlâ insanın hüsranda olduğunu “Ancak birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenlerin” bu durumdan beri olduklarını haber vermektedir. Buradan şunu anlayabiliriz insanlar sürekli olarak birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye etmelidirler. Yani daima nasihat ederek şirazenin kaymasına engel olmalıdırlar. Fakat insanın nefsi / süfli yanı nasihatten pek hoşlanmaz. Bu yüzden nasihat edenlerden uzak durmaya çalışır insan. Kendine nasihat edenlere pek kulak vermez ya da düşüncelerinin, davranışlarının değişmesinden haz etmez.

İlk insanla birlikte başlayan Hakk’ın tesisi mücadelesi ve nasihat etme günümüze değin sürmektedir. Bir rivayete göre yüz yirmi dört bin diğer bir rivayete göre ise iki yüz yirmi dört bin peygamber Hakkı tebliğ ve nasihat etmek için Allah-u Teâlâ tarafından görevlendirilmişlerdir. Elçi gelmeyen bir topluluk olmadığından Hakkın anlatılmadığı hiç bir kimse de yoktur yeryüzünde.

Bu elçilerden kimisi gönderildikleri kavim tarafından kabul görmüşler ve anlattıklarına insanlar iman ederek hep birlikte kurtuluşa ermişlerdir. Kimi elçilere ise iman eden ve söylediklerini dinleyen bir tek kişi bile olmamıştır. O elçiler tek başlarına onca insanla mücadele ederek vazifesini yapmaya çalışarak ömürlerini tüketmişlerdir. O toplumdaki insanlar nasihatlere kulak tıkamışlar ve anlatılanları anlamak istememişlerdir. Pek çok peygambere ise bir avuç insan iman etmişler, anlatılanlara uymuş, nasihatleri dinlemişlerdir. Allah-u Teâlâ’nın adaleti muvacehesinde Bakara Suresi 249. ayetinde ifade edildiği gibi “Allah’ın izniyle büyük bir topluluğa galip gelen nice küçük topluluklar vardır. Allah, sabredenlerle beraberdir.” Diyerek az ama inançlı olan topluluk sabırlarının neticesinde nasihatlere kulak tıkayan kendilerinden çok daha fazla sayıdaki insana galip gelmişler ve kurtuluşa ermişlerdir. Sadece elçiler değil inanan tüm insanlar nasihatle yükümlü olduklarından toplum içerisinde gördükleri yanlışlıkları anlatmak için herkes kendince bir usul belirlemiş ve o minvalde yola devam etmiştir.

Günümüzde sayıları çok fazla olmasa da nasihat eden, yapılan işlerin yanlışlığını dilinin döndüğünce anlatan insanlar vardır. Bu insanlar yapabildikleri kadar doğruları anlatmaya çalışıyorlar. Sayılarının azlığına bakmadan kalabalıklara yanlış yolda olduklarını haykırıyorlar. Kimi zaman kalabalığın içerisinden bazıları anlatılanların haklılığının farkına varacak gibi oluyor olmasına ama batıl, sistemini öyle güzel kurmuş ki anında o farkındalığın izale olması için ne gerekiyorsa yapıyor.

Özellikle temel itikadi konularda en ufak bir sapma Allah muhafaza insanın akıbetini berbat hale getirebilir. İnsanımız çok tuhaflaştı. Ne söylenilen sözleri işitiyorlar, ne çevrelerinde olup bitenleri göz önüne alıp düşünüyorlar, ne geçmişte yaşanan olaylardan ders alıyorlar, ne de başlarına gelen musibetlerden pay çıkarıyorlar. Bir hayale kapılıp seraba gider halleri var.

Yakın tarihimizin nasihat edicilerinden birisi de Rahmetli Erbakan Hoca’dır. Özellikle Ortadoğu ve dünya siyaseti üzerine uyarılarını yıllar önce yapmış olmasına rağmen o günlerde pek dikkate alınmamış ama aradan geçen sürede haklılığı ortaya çıkmıştır. Şimdi herkes rahmetlinin haklılığından dem vuruyor. Peki, özellikle Irak ve Suriye konusunda uyarılarında haklılığı ortaya çıkan ve ikrar edilen Erbakan’ın ülkemiz ile ilgili söylediklerinde de haklı çıkacağını neden hiç düşünmüyoruz? Sıranın Türkiye’ye geleceği konusundaki ikazlarını neden ciddiye almıyoruz? Oynanan oyunları anlatmasına neden dikkat kesilmiyoruz? “Altımızdan toprak kayıyor” ve “Dövecek diziniz kalmayacak” derken ne demek istemiştir hiç düşünen var mı?

“Andolsun biz, cinler ve insanlardan, kalpleri olup da bunlarla anlamayan, gözleri olup da bunlarla görmeyen, kulakları olup da bunlarla işitmeyen birçoklarını cehennem için var ettik. İşte bunlar hayvanlar gibi, hatta daha da aşağıdadırlar. İşte bunlar gafillerin ta kendileridir.” (Araf Suresi; 179) Rabbim bizleri gafletten uyanan, nasihatleri anlayan, gören, işiten ve cehennemden azat olmuş kullarından eylesin. Âminlerce âmin.

Selam ve dua ile…

Minik bir tebessüm

İzmir’den sonra…

Coğrafya dersinde öğretmen Dursun’a sorar:

- İstanbul’dan gemiye bindiniz, Antalya’ya gidiyorsunuz. Hangi kıyı şehirlerinden geçersiniz?

Dursun da saymaya başlar:

- İstanbul, Tekirdağ, Çanakkale, Ayvaluk, İzmir... İzmir... Dursun İzmir›den ötesini bilmediği için susar. Öğretmen dayanamaz sorar:

- Evet, çocuğum niye sustun? Arkadan Temel atılır.

- Gemi, İzmir›de battiöğretmenum.

İlgilisine notlar:

* “Her akıllı sana nasihat verecek değildir, sana her nasihat veren de akıllı değildir; fakat hem nasihatçi hem akıllı olan arkadaşın sözü dinlenmelidir.” Ebu EsvededDüeli

* “Nasihat etmek vaizlik taslamaktır, bu işi ancak iki şartla yapabilirsin: Birinci şartı, söyleyeceğin her nasihati evvela kendin tutacaksın, ondan sonra başkalarına öğüt vereceksin.” İmam-ı Gazali

* “Nasihat dünyanın en pahalı hazineleri kadar kıymetli olduğu halde, ekseriya pek ucuza satılır.” Hz. Ali

* “Sana nasihat edici olarak, ölüm yeter.” Hadisi Şerif