Tüm dünyada yerel, bölgesel ve küresel bazda bir güç mücadelesinin yaşandığı ve bu kapsamda bir değişim-dönüşüm sürecinin gerçekleştiği bir sırada İsrail her zamanki bildik yöntemine bir kez daha başvuruyor. İsrailin Gazzeye saldırısının beşinci gününde en son gelen haberlere göre ölü sayısı 51, yaralıların sayısı ise 486. Bu sayı muhtemelen yazıyı okuduğunuz dakikalarda daha da artmış olacak.

Mevcut şartlar altında bu sayının artması ve çatışma ortamının genişlemesi kaçınılmaz. Özellikle de İslam dünyasında "değişen" ve "değişmeyen" bu kafa yapılarıyla. Nitekim İsrail cenahından gönderilen mesaj, ABDnin buna verdiği destek, Türkiye ile Mısırın başlattığı yoğun diplomasi trafiği krizin daha da derinleşeceği yönünde. Dolayısıyla, İsrail tarafından başlatılan ve Filistinli sivilleri de hedef alan bu son Gazze saldırılarının bir kez daha çok boyutlu bir şekilde irdelenmesi gerekiyor.

Bu noktada, bir yöntem olarak söz konusu saldırının başta İsrail ve Hamas olmak üzere, taraflar, aktörler açısından zamanlamasına dikkatleri çekmemiz lazım. Bu bizi, saldırının nihai hedeflerine, olası boyutuna ve hiç kuşkusuz artık fazlasıyla bir kısır döngüye dönüşen sorunun arka planına ve muhtemel sonuçlarına götürecektir.

Nitekim söz konusu saldırının zamanlamasına ana hatlarıyla baktığımızda, öncelikle ABDde seçim sürecinin sona erdiğini, buna karşılık İsrailin bir erken seçim sürecine girdiğini görüyoruz. Bunun yanında Suriye krizinde yeni bir aşamaya girildiği, muhalefetinin yeniden yapılandırıldığı, ABD dış politikasında Ortadoğudan Uzakdoğu Asyaya doğru bir kaymanın yaşanmaya başladığı, Müslüman Kardeşlerin ve bu bağlamda Mısırın bölgede yeni etkinlik arayışlarının gündeme geldiği, Filistinli gruplar içerisinde güç mücadelesinde yeni bir aşamaya geçildiği ve Türk dış politikasında da Suriye konusunda sıkıntıların, hoşnutsuzlukların ve buna paralel olarak bir takım iniş-çıkışların artık bariz bir şekilde kendisini göstermeye başladığı bir dönem de söz konusu.

Mevzuyu biraz daha açmak gerekirse... ABDde seçim sürecinin sona ermesi ve İsrailde yaklaşan seçimler, burada başlı başına bir dönüm noktası olarak karşımıza çıkıyor. ABDde Başkan Obamanın dış politikada artık daha fazla risk alabileceği ve bu bağlamda da Ortadoğu-İsraile yönelik tasarruflarında daha rahat hareket edebileceği yeni bir dönem söz konusu. Bu da, Obamanın Avrupada Berlusconi, Sarkozy ile başlattığı ve kendi içerisinde sürdürdüğü şahin kanatlara yönelik operasyonun İsrail bağlamında da devam edeceği şeklinde yorumlanmakta...

Nitekim İsrailde seçimlerin öne alınması, iktidardaki Netanyahu ve ekibinin bu niyeti okuduğu şeklinde değerlendirilmekte. Dolayısıyla Başbakan Netanyahu, iktidarda olmanın verdiği imkanı bu seçim sürecinde bir fırsata dönüştürmek ve böylece rakibi İşçi Partisi lideri Ehud Barak üzerinden kendi yapılarına yönelik bu hamleyi boşa çıkartmak istemekte. Bu noktada da güvenlikçi politikaların bir kez daha İsrail iç ve dış politikasına hakim kılınması bir tesadüf değil...

Bu kapsamda, Gazzeye yönelik operasyonun bir anlamda başlangıcı olarak da kabul edilebilecek Hamasın silahlı kanadı İzzettin El-Kassam Tugaylarının lideri Ahmed Cebarinin öldürülmesi bu planın bir parçası olarak karşımıza çıkmakta.

Hatırlanacağı üzere, bu saldırıdan bir kaç gün önce İsrail Savunma Bakanlığından bir yetkili yaptığı açıklamada İsrailin Hamas liderlerine suikast düzenlemeye yeniden başlayabileceğini açıklamış ve İsrail topraklarına Gazzeden 100den fazla roketli saldırıyı buna gerekçe göstermişti. "Topraklarımızı savunmak için gereken her şeyi yaparız diye" konuşan bu yetkili, "kapalı kapılar ardındaki konuşmalarda dış tehditlere karşı suikastlara tekrar başlanması masaya ciddi biçimde yatırılıyor" demekteydi. Başbakan Netanyahu da yabancı ülke diplomatlarıyla yaptıkları görüşmelerde "Hamasa karşılık vermek sadece hakkımız değil aynı zamanda da görevimiz" diye konuşmaktaydı. İsrail, dediğini yaptı ve bir anlamda cehennemin kapılarını açtı...

Unutmamak gerekir ki; şiddete, katliama ve teröre dayalı bu yöntem, İsrailin kuruluş sürecine damgasını vurduğu kadar, Büyük İsrail Projesinin hayata geçirilmesi noktasında da Siyonistlerin vazgeçilmezini oluşturuyor, her ne kadar buna aklı başında bir kısım Yahudiler itiraz etse de...

Dolayısıyla, bundan sonraki süreçte, krizi daha da tırmandırma odaklı bu türden nokta hedeflere yönelik operasyonların devam etmesi yüksek bir olasılık. Buna Türkiye de dahildir! Ankaranın gerek iç gerekse de dış politika bağlamında her türlü sürprize fazlasıyla açık olması gereken yeni bir dönem söz konusudur. Ne de olsa "cehennemin kapıları açıldı."

Bir sonraki yazımızda bu hususu Türkiye ve bölge boyutuyla derinlemesine analiz etmeye devam edeceğiz...