BU hayatın, adına hikmet dediğimiz bir anlam bilgisi var. Bu bilgiye doğru bir şekilde ulaşmak için insanın üzerine zaman zaman düşünmekte fayda var. Özellikle biraz kafa konforumuzdan feda edip, çağımız insanı için kafa yormalıyız. Çünkü çağımız insanının anlama ve anlamlandırma sorunu var. Modern çağ, insana nasıl yaşaması gerektiği noktasında ayrıntılı ve açıklayıcı bilgi sunuyor. Fakat niçin yaşaması gerektiği hususunu hep göz ardı ediyor, insana bu gerçeği unutturuyor.

Nasıl yaşaması gerektiği konusunda türlü yollar gösteriyor. Örneğin tabiatı tepelemesini istiyor çağımız insanından. Nasıl bir tepeleme bu? İşte burada devreye bilim ve teknoloji giriyor. Modern çağ insana bilim ve teknolojiyle neler yapabileceğini, neleri başarabileceğini fısıldıyor sürekli. Bundan ilham alan insan artık bilim ve teknolojiyi, sırrını tefekkür edemediği tabiata hükmetmek için kullanıyor. Teknolojinin kayıtsız ve şuursuz gelişimi tabiata hâkim olma heveslerinin bir neticesi.

Örneğin refah toplumu diye ortaya attığı kavramın arka planına lüksü ve konforu yerleştiriyor. İnsan açısından nimete değerini veren külfeti hayatımızdan çıkarıyor. İnsan için her şey ulaşılması bir o kadar kolay ve bir o kadar zor oluyor. Kolay, çünkü insanın elde etmek istediği her şeyi alma şansı var. Zor, çünkü alması gerektiği her eşyanın bir bedeli var. İşte bu bedel insan için hayata yeni bir anlam veriyor. Bu bedele ulaşmak için insanın sürekli çalışması gerektiği günümüzün bir gerçeğidir. Lüks ve konfor vaat edilen insan, çalışan ve tüketen bir makinaya dönüşüyor. Tüketmek için çalışması gerekiyor çünkü.

Örneğin insanın dünya merkezli yaşamasını öğütlüyor. İnsanın özgürleşeceğini ve daha mutlu olacağını fısıldıyor. İlahi olanla insanın arasına engeller koyarak rabıtayı bozuyor. Bunun için insana, yaşamını çağın verileri ile dizayn etmesini söylüyor. Böylece insanın hayata, eşyaya ve olaylara bakışı din eksenli olmaktan çıkıyor ve haz eksenli olmaya başlıyor. Dünyanın insana vaat ettiği en büyük şey hazdır. Bunun için insan, hep bir yanıyla dünyevileşmeye meyillidir. Bu meyil bir süre sonra insanı esir alıyor.

“Nasıl” sorusuna cevap arayan insanın geleceği nihai nokta burasıdır. Artık insanların “niçin” sorusunu kendilerine sormaları gerekiyor. İnsanlara unutturulan niçin yaşaması gerektiği sorusu, insanın dünyayı anlama ve anlamlandırması için elzem bir sorudur. Çünkü bu soruyu sorduğunuzda cevabı için arayış içerisinde olursunuz. Yaşamak için daha anlamlı ve ulvi gerekçeler bulursunuz. Ötelere uzanan nihai yolculuk için heybeye daha anlamlı ideal ve eylemler yükleyebilirsiniz.

“Niçin” sorusuna verilecek cevap ise Kur’an’ın rehberliğinde bize hazır halde sunulmuştur. Bu cevap hayatın yeniden inşası için bir fırsat olacaktır. Bu fırsatı kullanmak için zaman kaybetmeden “niçin” sorusuna istikamet üzerine cevaplar bulmalıyız. Yoksa soruların ve doğurduğu sorunların içinde eriyip gitmemiz kaçınılmaz olacaktır. Hayatı hakikat üzere anlamlandırmamız bizlere uzak bir olay değildir. Uzak olan doğru sorulara verilecek doğru cevaplardır.