Tarihe baktığımız zaman insanların mutluluk bilgisine ulaşmaya dönük sürekli bir zihni ve sanatsal çabanın olduğunu görüyoruz. Felsefenin öncüleri mutluluk bilgisine ulaşmak için sürekli düşünmüşler ve mutluluğa dair çeşitli fikirler ortaya koymuşlardır. Aynı şekilde dinlerde insanlığın mutluluğunu esas alan ilkeleri hayata hâkim kılmayı amaçlamıştır. Mesela Kutadgu Bilig bu arayışın bir ürünüdür. Yusuf Has Hacib’in zihninden dökülen bu eser mutluluk veren bilgi anlamındadır. Biz Abidin Dino olarak bilsek de, DianneDengel mutluluğun resmini çizmeye çalışmış. İşte bu örnekler de olduğu gibi, insanlık mutluluk arayışı sayesinde bu kadar üretken olabilmişlerdir.
İnsanlık mutluluk üzerine kafa yormasına, fikirler üretmesine ve sanat eserleri ortaya koymasına rağmen neden mutlu değildir? Bu soru hangi insanların kimin mutluluğunu istediği ile alakalıdır. Bazı insanlar kendisinin, kendi ailesinin, kendi ırkının, kendi dinine müntesip olanların mutlu olması için uğraşıyor. Böyle bir durumda birilerinin mutluluğu başkalarının mutsuzluğu üzerine inşa edilmeyi zorunlu kılıyor. Fakat tüm insanlığın mutluluğunu esas almak temel bir insanlık vazifesidir. Müslümanların da bu insanlık vazifesini ihmal etmemesi gerekir.
Aslında insanlığın mutluluğu çok çetrefilli bir mesele değildir. İnsan zengin olduğunda da mutlu olabilir, fakir olduğunda da, insan işçi olduğunda da mutlu olabilir, makam sahibi olduğunda da, insan okuma yazma bilmese de mutlu olabilir, profesör olsa da. Önemli olan sahip oldukları ya da sahip olmadıkları değil, önemli olan sahip olamadıklarının birileri tarafından gasp edilip edilmemesidir. Bir fakir mutsuzsa fakir olduğundan dolayı değil, birilerinin ona fakirliği dayatmasından, yani zenginin hakkını gasp ettiğini düşünmesindendir. Bu yüzden mutluluğun kaynağını ifade ederken; tek kelimeyle “adalettir” diyebiliriz. Güçsüzün mutluluk kaynağı adalet , güçlünün mutluluk kaynağı ise merhamettir.
Devletin temel varlık sebebi de, tebaasının dünya mutluluğunu sağlaması, ahiret mutluluğu içinse gerekli zemini oluşturmasıdır.
Peki, devlet halkının mutluluğunu nasıl sağlayabilir?
İşte temel mesele budur. Burada devreye adalet düşüncesi giriyor. Halk, kendini güvende hissetmek ister, devlet kolluk kuvvetleriyle bu güveni sağlamaya çalışır. Bu şekilde düşmana karşı bir güven sağlanabilir. Fakat halkın devletine güvenmediği durumlar da vardır ve halkın bu zamanlarda mutlu olması mümkün değildir. Yani kolluk kuvvetleri halka bütünüyle güven veremezler. Devlet ancak, halkına bu güveni adaleti tesis ederek, her işinde hakkı gözeterek verebilir.
Hukuk, bunun için devletin olmazsa olmazıdır. Halkın devlete olan güveni hukukun adaleti tesis edebilecek kıvamda ve içerikte olmasıyla sağlanabilir. Halk devletinden eminse mutlu olur. Çünkü devletinin hakkını koruduğuna ve kendisinin devlet karşısında değerli olduğuna inanır. Adalet, devleti ayakta tutmak için rafa kaldırılamayacak kadar önemlidir. Aslında devleti ayakta tutan değer adalettir. Devleti yönetenler, mutluluğun resmini çizmek istiyorlarsa, adaleti merkeze almaktan başka çareleri yoktur.