Para yok bizim kulüplerde. Bu yüzden de transfer ayı hareketsiz geçiyor. Kamuoyundaki genel kanı bu ama bu plağın tersinde de Dünya Kupası yatıyor. Oradan elenenlerin adamlarına asılacak büyük ihtimalle kulüpler. Bu bizde de böyle, Batı’da da.. Hatta hatta kupanın sonuna kadar gidenler arasında büyük sürpriz yapanlar olursa onların futbolcuları beklenmedik şekilde piyasaya düşebilirler.

Buradan hareketle gözümüzü şöyle bizim lige çevirelim. Galatasaray’ın Trabzonspor’dan Olcan’ı transfer ettiğini yazdı gazeteler. Ekranlardan da duyduk. Hayırlı olsun! Ama bence Galatasaray’ın Olcan’dan önce, Haziran’ın 30’una gelmiş olmamıza rağmen hâlâ teknik direktörünün bulunmaması büyük ayıp, ciddi kulüp zafiyeti, Batı’ya açılan pencere gerçeğine çok ama çok aykırı... Gazetelere ve ekranlara düşen bir isim var bu arada... Manchester’de karavana atan biri... Vallahi ismini bile ezberleyemiyorum hâlâ... İstanbul’a gelmiş zat. Başkan Aysal, sadece bir ziyaret diyor. Yiyen yer de, ben yemem. Bu zatın İngiltere’den kalkıp da İstanbul’a gelip Sayın Aysal’ı ziyaret etmesi tuhaftır. Akrabalık mı var Hayır! İş bağlantısı mı Hiç sanmam... O halde, futbol takımına patron olma işi... Bu İngiliz yerine bizim coğrafyadan bir yıllanmış bulunsa sanki daha doğru olurdu. Neyse...

Neyse deyip devam edelim. Galatasaray, bir “Eleman” uğruna on senesini tehlikeye atmış, adeta yakmıştır. Fatih Terim’e Allah ne kadar ömür biçmiştir bilemeyiz ama diyelim ki, en azından bir on sene daha... O halde Galatasaray’ın on sene huzur içinde oturup, başka dallara, kulüp bünyesindeki eksikliklere, ekonomiyi düzeltmede çalışması yeterli olacaktı. Terim hoca da işi yapıp, kim bilir belki de, on senede kendi şampiyonluk rekorunu bile kıracaktı. Şimdi ise, bu benim görüşümdür, Galatasaray’ın hiç de iyi günler beklememektedir. Olcan’a gelince... Siz bu futbolcunun büyük takım futbolcusu olduğunu mu sanıyorsunuz Ben öyle görmüyorum. Haaa yerli olduğu için tercih edilmiş olabilir. Amrabat ki, çok eleştiririm, hiç olmazsa bir İspanya deneyimi ile eksiklerini kapatmıştır. Ama dedik ya, biz de transfer karavanası bitmiyor.

Şimdi bir yere geleceğim. Biliyorum ki Hıncal ağabey çok kızacak gene... Ama ne yapayım elle tutulur gerçekler öyle diyor. Lucescu denen zat, bizim Sarıyer kadar yer olan bir semtin takımına 10 yılda 8 şampiyonluk kazandırdı. Son UEFA Kupası’nı müzeye koydu. Şampiyonlar Ligi’nde sürekli gruplarda idi, hatta gruplardan da çıktı. En flaş döneminde Barcelona’yı yenen tek takım idi. Hepsi bir kenara, şu anda bu kasaba takımının kasasında bunca ödülle birlikte 70-80 milyon avro nakit para da var. Özellikle Brezilya’dan üç kuruşa alınan isimsizler, bir-iki yıl sonra 30-35 milyon avrolara satıldılar.

Yani yine transferden yola çıkarak yazalım. Bugün Galatasaray veya Beşiktaş akıllı davranıp da bu Lucescu denen zatla devam edebilselerdi, kim bilir bugün ne UEFA’dan para zılgıtı yerlerdi, ne kupalardan atılırlardı. ne de yıldız takma yarışlarında rekabetten söz edilirdi. Belki de müzelerinde Avrupa Kupaları’nın sayısı artar veya siftahı yapılırdı.

En iyisi siz gene, ay neydi adamın ismi, bir İngiliz peşine takılın veya gitaristlerle, üçüncü lig kulüplerinden üç-beş haftadan şutlanan yetkililerle avunun...

Haa az kalsın unutuyordum. Burası bizim ülkenin spor medyası ve yöneticisi için önemlidir. Dikkat buyurun lütfen! Lucescu’nun ezdiği Ukrayna kulübü Dinamo Kiev’in başkanı ile Ukrayna Futbol Federasyonu başkanı kardeştirler...