Ülkede ne zaman bir tıkanıklık yaşandıysa Milli Görüş sayesinde aşılmıştır. Günümüzde de birçok bakımdan tıkanma söz konusudur. Bu sıkıntılı durumu ancak Milli Görüş’le aşmak mümkün olur.
Bilindiği gibi 1970’li ve 90’lı yıllar Milli Görüş hizmetlerine tanıklık eden dönemlerdi. Genel yönetimde olduğu gibi yerel yönetimlerde de Türkiye’nin ufkunu açan, insanımızı hak ettiği yere taşıyan hep Milli Görüş oldu. Bu sayede millet kendine geldi; Milli Görüş davasıyla ve bu mukaddes düşüncenin yönetim anlayışıyla tanışan ülke insanı bir daha bu istikametten ayrılmadı. Tam da burada şu soru akla gelebilir:
O halde neden Milli Görüşü temsil eden parti Meclis dışında
İşte, işin püf noktası burası. Zaten bu mesele aşılabilseydi; ülkemiz, insanımız, İslam alemi ve dünya çok daha farklı ve hiç şüphesiz ki daha iyi bir noktada olurdu.
Yakın tarihimize şöyle bir göz atıldığında görülecektir ki; kuruluşundan itibaren sürekli bu hareketin önüne çıktılar ve hızını kesmeye çalıştılar. Bu işte kullanılanlar sadece kutlu yürüyüşü yavaşlatmakla yetinmediler, aynı zamanda hareketin yönünü değiştirmek için de bir hayli çaba sarf ettiler. Geçmiş dönemlerde bu iş için kullanılan maalesef hep askerler oldu. İnanılır gibi değil; milletin göz bebeği olduğuna inanılan ocak mensupları defaatle milletin önünü kestiler. 12 Mart 1971 Muhtırası, 12 Eylül 1980 ihtilali ve 28 Şubat 1997 post-modern darbesi. İlkinde Milli Nizam Partisi kapatılmış, ikincisinde tüm partilerle birlikte Milli Selamet Partisi, üçüncüsünde ise Refah Partisi kapatılmıştı. Kapatılan, istikameti değiştirilmeye çalışılan, yok edilmek istenen sadece bir parti değildi elbette. Özellikle son darbeyle, 100 yılda bir gelmesi ancak mümkün olan bir liderin; Başbakan Erbakan’ın siyasi hayatına son verildi ve asrın lideri etkisiz hale getirildi. Aynı zamanda Cumhuriyet tarihinin en başarılı hükümeti bu darbe ile ortadan kaldırıldı. Onun özenle yetiştirdiği verimli kadrosu dağıtıldı. Günümüzde çözmekte zorlandıkları sorunların temellerini bu şekilde kendi elleriyle atmış oldular. Bugün çekilmekte olan sıkıntıların gerçek nedeni müdahalelerdir. Hatırlayalım lütfen! 1970’li yıllar Milli Selamet Partisi’nin koalisyon ortağı olarak hükümetlerde bulunduğu yıllardı. Tarihi çıkışın yapıldığı, destanlar yazıldığı yıllar... Ama bu dönemde hizmet yapanların unutturulması için, ihtilalden sonra, özellikle bir kısım MSP kadrolarının da içinde bulunduğu bir partinin önü açıldı ve bu parti iktidara taşındı. 28 Şubat sonrası da benzer bir durum söz konusu oldu.
İçeride, rejimin içine derinlemesine nüfuz etmiş olan derin güçlerin, dışarıda ise küresel sistemin ele ele vererek engellediği sadece siyasi bir hareket değildi. Bu hareketin şahsında bizzat Türkiye’nin geleceği engellenmiş oldu. Günümüzde olduğu gibi devletin bilinen refleksleri ile hareket edenler, yeni bir yöntem buldum zannıyla iddialı çıkış yaptıklarını düşünmüş olsalar da, sürekli başa dönmek suretiyle patinaj yapmaktan öteye gidememişlerdir. Bir hareketin planlı bir şekilde işlevsiz hale getirilip sadece bir kısım kadrosunun enerjisinden istifade etme düşüncesi cin fikirlilikten başka bir şey değildir. Gelinen nokta vahimdir ve milleti karamsarlığa sevk etmiştir. An itibarı ile kelimenin tam anlamıyla ülkede bir tıkanıklık yaşanmaktadır. Hem ümit vadedenler, hem kurguyu yapanlar, hem de destek verenler bu durumdan mesuldürler. Çözümsüzlüğün çözüm olmadığı da herkesin malumudur.
Türkiye muhtemelen bir erken seçime gidecektir. Milletimizin önüne konulacak olan sandık çok önemli fırsatları da beraberinde getirmektedir. Gelinen bu noktada fırsatı en iyi şekilde değerlendirmenin yolu, millet olarak besmeleyi çekip; “yeniden Milli Görüş” deme sorumluluğunu kuşanmamızdan geçmektedir. Dava aşığı ve millet sevdalısı olan Milli Görüş kadrolarının önce meclise girip ardından da hükümet olması en iyi çözümdür. Bunun dışında başka bir çare de çözüm de kalmamıştır.