Eskiden… Çocukluğumuzun tat veren mevsimleri dörttü. Okullarda öğretilen mevsimler, ilkbahar yaz, sonbahar, kıştı…
Büyüdük, yaşlarımız ilerledi… Siyasetteki tekliği, ticaretteki acımazlığı, sosyal hayattaki hoyratlığı her alana taşımayı vazife bildik.
Siyah beyaz… İkiye ayrılmış, ikiye bölünmüş, günün karasıyla, gecenin aydınlığında huzuru aradık. Zamanı bile, siyah beyaz çatışmasına alet ettik.
Öyle bencil ve hoyrat, kaba bir hayat tarzı dayattık ki, toprağa, dağa, sularımıza, yıllar içinde bize dönen öfkeli gözlerini, yorgun sözlerini duyamaz olduk.
Toprak ağladı, toprak yorgun düştü… Toprak şaşkınlıkla yönünü şaşırdı.
İnsanoğlunun ne zaman nerede, ne yapacağını bilemez hale geldi toprak… Diken üzerinde durdu hep. Ağaçlar, dağlar küstü bize.
Göremedik.
Onca felaket, onca sel , onca kuraklık, mevsim kıtlığı bize bir şey öğretmedi. Yağmurun kızgınlığını, dağların gönül kırıklığını, nehirlerin protestosunu ne işittik, ne işitmeye çalıştık… Sağır olduk, kör olduk.
Toprak, vahşileşmiş insana boyun eğdi… Ağaçlar teslim oldu insana. Dağlar, insanların öfkesi karşısında heybetini yitirdi.
Aslında toprak hep ağladı, mevsimler iç çekti uzun uzun… İtiraz ettiler… Kirletilmişliğe, umursamazlığa direndiler, başaramadılar…
Mevsimlerin çeşitliliğini tekleştirmek için uğraşıp durdu insanoğlu.
Hükümranlık hakkını her alanda tescile çalıştı…
Köylerin, kasabaların sağından solundan süzülüp giden çaylar… İnceden inceye yol alan su sızıntıları kayboldu.
Görmek istemedik.
Bataklıkları kurutmak için çaba sarf etmeden, mevsimlerin hıncıyla, etrafımız çölleşti, kısırlaştı… Fark edemedik.
Isınacağız, rahatlayacağız diyerek, en yakınımızdan başlayarak, çevrenin bağrına bağrına baltalar vurduk… Nice fidelerin boyunlarını kırdık… Feryatlarına kulaklarımızı tıkadık.
Devir değişmiş, hayvanlar, yırtıcı hayvanlar dahi insandan korkar hale gelmişti… Mevsimleri teke indirme çabalarımız sonucu, kurtlar, kuşlar, uzaklara, dağların içlerine doğru göç ettiler… Yine de vahşi yaratık olan insanın gazabından kendilerini koruyamadılar.
Avcılık mesleğini icra etmek üzere yola çıkanlar… Hayvanlara hayvanca muamele etmenin gerekliliğine inananlar, sonuçta, ıssız derelerde, tepelerde canlı bırakmadılar.
Sonunda mevsimler isyan etti… Yağmurlar bir anda boşaldı yeryüzüne… İnsanları öldürdüler. Çıplak tepeler, toprak olup insanların üstüne doldu… İnsanlar yine de olup biteni ayırt edemediler.
Dolu yağdı, sele dönüştü yağmur … Evler çöktü, haneler yıkıldı, gökyüzü yarıldı… İnsanoğlu yine de göremedi zalimliğini.
Nihayetinde, bu hoyratça tutum, mevsimleri ikiye indirdi.
Ne mutluluk resimleri çizen ilkbahar kaldı, ne hüznün teması sonbahar… Yitip gittiler ötelere.
Yılın bir yarısını kışa, bir yarısını yaza teslim ettik… Kendi ellerimizle... Kendi vurdumduymazlığımızla, kendi bencilliğimizle, akılsızlığımızla… Mevsimleri katlettik.
Farklılık Allah’ın ayeti iken, farklılığı düşman bilip, hayatı da, mevsimleri de siyah beyaza mahkûm ettik…
Dünyalık ömrümüzü kısalttık… Farkında değiliz. Ahirete taşıyacağımız azığı zayıflattık… Farkında değiliz.