Taşra kenti istila ediyor. Bu, toplum için yok oluşun habercisi olacak. Taşranın kenti istila etmesi sosyal hayatta kendisini kabalık olarak gösteriyor. Her yönü kabalık, her yönü anlamsız sertlik kaplamış. Çok acı bir gerçek ancak bu kabalık kalabalıkların ahlakı oldu. Taşrada normal karşılanan bir hareket şehirde sırıtabilir. Taşrada olması gereken bir hareket şehirde olmaması gerekebilir.

Osmanlı döneminde insanların dönüşmesinde tekkeler aktif olarak görev üstleniyordu. Afgan Tekkesi; şehre gelen Afganların şehirleşmesini sağlarken, Özbek Tekkesi; Özbeklerin şehirleşmesini sağlıyordu. Tekke önce şehrin dilini sonra şehrin kurallarını insana öğretiyordu. Ancak şu anda şehir tam bir taşra kültürünün istilasına muhatap olmuş. Gelenler dönüşmüyor tam tersine dönüştürüyor. Tam tersine var olanı bozuyor.

Bu bozulmanın etkenlerinden birisi de şehirlinin “aman bana ne“ “aman ilişme” mantığı ile yaşaması. Komşusu evde eşini döver, açlık çeker, yokluk çeker şehirli “aman bana ne” demekten öte bir şey yapmaz. Bu durumun en bariz sebebi kuşkusuz tanışık olmamak. Tanışık olmamak muhabbetin ön şartıdır. Bu yüzdendir ki asansörlü dairelerde ki komşuluk ilişkileri asansörsüz dairelerde ki ilişkilere oranla yok denecek kadar azdır. Zira asansör karşılaşmayı ve tanışmayı engeller. Bırakın tanışmayı komşunuzun kapısının önünden bile geçmenize engel olur.

Mahremiyet ile yabanileşme arasında çok silik bir sınır olduğu kanaatindeyim. Tıpkı bireysellikle ferdi olmak arasında ki ayrım gibi. Mesele mahremiyeti muhafaza ederek yabanileşmenin oluşmamasını sağlamaktır. Acaba bir gencin tek başına bir odasının olması fikri bundan yüzyıl önceki insanlara nasıl gelirdi? “Benim hayatım” cümlesi bir anlam ifade ediyor mudur eskiler için… “Karışamazsınız” “size ne” gibi cümleler ne vakittir kullanılmaya başlandı evlerimizde?

Modern toplumun dayatmaları yeni kültürler yeni yaşam biçimleri oluşturuyor. Bu bir sarmal. Çözülmesi öyle sanıldığı kadar kolay değil. Batılılaşmayı ret etmek cehalettir. Tarih boyunca medeniyetlerin dönüşümleri ciddi bir şekilde incelenirse bu cümlelerin anlamı daha da açık hala gelecektir.

İslam medeniyeti için birkaç dönüşüm adımından bahsetmemiz mümkündür. Birincisi; kuşkusuz Hz. Nebi’nin Mekke’den Medine’ye hicretidir. Bu hicret ilk inanları hiç pekte tanımadıkları ancak gerçek varisleri oldukları bir gelenekle İbrahim Geleneği ile tanıştırdı. Hz. Nebi’nin varlığı süreci kriz olmaktan imkân olmaya çevirdi. Bu dönüşüm bizlere israiliyat olarak gelen verilerin temel nedenidir. İsrailiyat modern ulemanın dediğinin aksine iyi bir şeydir. Düşünün bir peygamberler tarihi yazacaksınız. İsrailiyat kaynakları olmadan en fazla kaç sayfalık bir kitap yazabilirsiniz? Yazmayalım efendim ne olacak, diyenlere, yazalım efendim ne olacak, derim ol vakit… Temel kriterleri muhafaza ettiğimiz sürece var olan tarihsel bilginin kullanılmasında Hz. Nebi ve arkadaşları bir beis görmemişlerdir.

İkinci dönüşüm; İslam dinin hicaz bölgesinden çıkması ile karşılaştıkları kadim birikimi tevarüs etmesi ile oluşmuştur. Birçok çarpıcı örnek vermek mümkün. Mesela Arapçanın okunur kılınması, ilk hareke, gramerlerinin yazılması, hadislerin toplanması, Hz. Peygamberin hayat hikâyesinin yazılması gibi birçok unsur Şam, Bağdat ve Buhara çemberinde oluşmuş birikimin etkisi iledir.

Üçüncü dönüşüm ise; Batılılaşma sürecinin Osmanlı devleti tarafından bir plan olarak başlatılması ile olmuştur. Ne var ki bu süreç henüz nihayete ermedi. Bugün yaşadığımız bütün sıkıntıların temel dayanağı batılılaşma süreçlerinin nihayete ermemesidir. Bu nihayete eriş kendi bilgi ve varlık tasavvurlarımızı yeniden batıyı da içerecek şekilde tanımlanması ile mümkün görünmektedir.

Birde başarısız olan dönüşüm denememiz vardır. Bu Fatih Sultan Mehmet Hanın Bizans tecrübesini yeniden yorumlayıp İslam Medeniyeti bünyesine katıp yeni bir açılım sağlama çabasıdır ki bu ne yazık ki başarısız olmuştur.

Bütün bu süreçler bize şunu gösteriyor ki batıyı bizatihi kuşatmak, en az bir batılı kadar batıyı bilmek ve yaşamak gelecekte kuracağımız yeni üst dil ve kültürümüzün olmazsa olmazıdır. Yani taklit edilen medeniyeti dönüştürecekseniz tahkike ulaşmanız gerekmektedir. Tahkike ulaşmanın da yegâne yolu taklidi tam olarak yapmaktır.

İslam medeniyetini bir canlı organizma olarak tahayyül ediniz. Bu organizma Medine’ye hicretle İsrail geleneğini olduğu gibi yutmuş tevhide ve İslam’ın temel prensiplerine aykırı olan kısımlarını kusmuş ve geri kalan kısımlarını bünyesine katarak devam etmiştir. Daha sonra bu organizma Pers ve Yunan birikimini yutmuş bünyesine uygun olmayan kısımları kusmuş ve İslam medeniyetinin en parlak dönemlerinin yaşanmasını sağlamıştır. Son olarak Osmanlı döneminde Batı medeniyetinin yutulma girişimi başlatılmış ancak henüz nihayete erdirilememiştir.

Bu yüzden bir yandan klasiklerimizi dilimize kazandırıp yeni bir dilin temellerini atarken öte yandan Batı’nın dillerini ve klasiklerini dillerinden okuyup dönüşümü başlatmamız gerekmektedir.