Meşhur cümleler vardır. Farkına varmayız ancak sınırlarımızı ve ruh halimizi yansıtır. Öyle cümleler ki bulunduğumuz idrak seviyesini, bulunduğumuz konumu ve hayata bakışı faş eder. Sıradanlaştığı için bu cümleler düşünmeden hemen deyiveririz. Durup düşündüğümüzde ise cümlelerin ne kadar da bizleri yansıttığını fark ederiz. Mağlupların cümleleri vardır. Galiplerin cümleleri vardır. Mazlumların cümleleri ve zalimlerin cümleleri vardır. Hulasa bilcümle varlık içerisinde kendi mevkisini ortaya koyan cümlelere sahiptir insanoğlu… Eğer yenilmiş ve yorulmuş bir psikolojiniz varsa “Bir dönemin arifesinde”, “Bir günün şafağında”, “Kutlu bir doğumun sancısında”, “Gecenin en karanlık anında” olmaktır kaderiniz. Bir türlü arife bayrama, gün şafağa, doğum tamama ve gece gündüze ulaşamaz. Yıllarca sürer gider bu retorikler. Kimse kalkıp, “Yahu arkadaş bayram ne zaman, gün ne vakit, doğum ne oldu?” diye sormaz. Hep kutlu bir gün beklenir. Kutlu bir dönem… Kutlu bir yaşantı…

İnsanlara hayal kurdurmak insanları bir yöne baktırmanın bir yöne doğru sevk ettirmenin en önemli araçlarındandır. Yani insanın mütehayyilesini kontrol ederseniz büyük oranda kararlarını da kontrol edersiniz. Hele insanın vehmine ulaşırsanız o kişinin korkularını ve kaygılarını kontrol etmeye başlarsınız. O yüzden büyük hayaller, büyük hikâyeler anlatmak gerekir. Evi yapamamışken mahalleden bahsetmek, mahalleyi bitirmemişken kasabadan dem vurmak, kasabada eksikler varken şehir, yeni bir ülke ve yeni bir dünya hayali kurmak böyle bir şeydir. Kimse durup, “Yahu bir dakika bizim evin çatısı su akıtıyor demez ya da mahalleyi pislik götürmüş, kasaba yaşanmaz halde diye” sorgulamaz. Sadece yeni olana, yeni bir dünya hayaline bakar. Sadece bakar… Bakarak bir ömür tüketir.

Büyük cümlelerimiz vardır. Büyük büyük kavramlarımız. Büyük büyük hedeflerimiz vardır. Yani kendi içerisinde birlik olmadan İslam Birliği’nden bahsederiz. Evimizde ya da ticaretimizde İslami bir tavır sergilemeden kürsülerden “şeriat şeriat” diye haykırırız.  Kul haklarımıza dikkat etmeden “dava hakkından” dem vururuz. Kimse çıkıp da, “Bir dakika kul hakkı her hakkın önündedir” demez. Çünkü büyük cümlelerimiz vardır. Büyük büyük kavramlar.

Oysa hiç bunlara gerek yok. Ne kadar isek ne kadara gücümüz yetiyor ise ona yönelmemiz onla uğraşmamız, onla kullukta bulunmamızdır bizden istenen. Yani ne olursa olsun her şeyde her yerde olmak zorunda değiliz. İsmimiz orada da bulunsun burada da bulunsun derdinde olanlardan olmamamız gerekiyor. Şöyle bir soralım kendimize, “Ben bunu bilmiyorum, ya da benim bu konuda uzmanlığım yok yahut bu işe ayıracak vaktim yok” gibi hakikat ifade eden cümleleri en son ne zaman kurduk. Ya da “bu konuda arkadaşlar daha donanımlı ve başarılı bırakalım onlar ilerlesinler” deyip kaç makamı elimizin tersi ile olmasa da dilimizin ucu ile itebildik. Soralım kendimize, hangi koltuğu kendimizden büyük gördük. Hangi makam için kendimizi yetersiz bulduk.

Fedakârlık istemek işin en kolay kısmı, en kibirli kısmıdır. Fedakârlık isteyecek kişi bir kere vefakâr olmalıdır. Vefası olmayan kalkıp birinden fedakârlık isteyemez. İkincisi kendisinin çekmediği bir zorluğu ve cefayı yahut külfeti başkasına teklif etmek en hafif ifadesi ile alçaklıktır. Kişi kendisinde tahakkuk ettirmediği hiçbir imtihana başkasını sokamaz. Sadakat ancak sadakat sahibi insanlar istediğinde anlamlı olur.

Unutmayalım ki kişinin her yaptığı kulluk içindir. Kulluk ise kişiden kişiye değişir. Yani yapabilirliği değişir. Bir kişi geceleri kaim olabilir bir kişi ise olmayabilir. Bir kişi cesaretlidir başka biri ise daha halim daha selim bir tavra sahiptir. Bu yüzden herkesin aynı olmasını beklemek yaratılışa terstir. Bu yüzdendir ki her nefes kadar Allah’a giden yol vardır. Bir kişi bir işi yapamayabilir. Yani mezkûr iş ilgi alanına ya da yönelimine uygun olmayabilir. Bu yüzden kişi telin edilemez. Bunu fark etmediğimiz sürece bir yere varmamız mümkün değil. Kimi edebiyat yapar kimi askerlik, kimi esnaflık yapar kimi patronluk, kimi eğitimcidir kimi alaylı her şey kişinin nefsi yani yapısı üzeredir ve bu insanlığın devamı için elzemdir.

Her ne yaparsak yapalım ancak cahillik yapmayalım. Cahillik yaptık sorun değil de cahilliği bilgi/bilim diye milletin önüne koymayalım. Bilimle vaazı, bilgi ile dedikoduyu ayırmamız gerekiyor. İnandığım bir ilke var bu ilkenin evrensel olduğu kanaatindeyim. “Herhangi bir konuda ancak bilenler söz sahibidir.” Ağabeyler, akrabalar, büyükler, küçükler, ya da onlar, bunlar, şunlar değil herhangi bir konuda konuşmanın tek şartı o konuda uzman olmaktır. Bu ilkeye uymadığımız sürece cümleler büyük ancak anlamları ve değerleri küçük olacaktır. Vesselam.