Orta Doğu’da sahneye konan yeni oyunun adı: Abraham Anlaşmaları. Adını Hazreti İbrahim’den alan bu siyasi mühendislik projesi, görünüşte “barış” ve “normalleşme” temaları etrafında pazarlanıyor. Fakat sahada karşılığı; işgal, tahakküm ve stratejik teslimiyetten başka bir şey değil.
Bu anlaşmalar silsilesi, esasında bir “barış” projesi değil, Orta Doğu’nun kalbine yerleştirilen yeni bir Sykes-Picot planıdır.
Fark şu: bu kez haritalar cetvelle değil, diplomatik baskı ve medya manipülasyonları ile çiziliyor. Aktörler ise İngiliz-Fransız sömürgeciler yerine; ABD-İsrail eksenli Evanjelist-Siyonist akıl.
Bu oyunu çözmek için bazı soruları sormak ve cevaplarını vermek gerekiyor;
1. Abraham Anlaşmaları’nın arka planı nedir, ne isteniyor?
Abraham Anlaşmaları’nın temel hedefleri üç ana başlıkta toplanabilir:
a. İsrail'in tam bölgesel entegrasyonu:
İsrail, 1948’den bu yana işlediği savaş suçlarına rağmen bu yolla meşrulaştırılmak isteniyor. Bu çerçevede Arap-İslam dünyasındaki düşman algısını silmek ve Tel Aviv'i bir “bölge devleti” olarak kabul ettirmek en temel strateji olarak uygulanmak isteniyor.
b. Filistin direnişinin tasfiyesi:
Gazze'de yaşananlar, bu planın ilk ciddi adımıydı. Gazze yok edilerek HAMAS üzerinden Filistin halkının direnci kırılmak isteniyor. Akabinde Kudüs’te İsrail hakimiyetinin daha da tahkim edilmesi hedefleniyor.
c. İran’a karşı ortak cephe:
İsrail menşeli think-tank’ler “İran tehdidi” algısı üzerinden, bölge ülkelerini bir araya getiren sözde güvenlik şemsiyesi olan “Abraham Kalkanı” fikrini savunuyor. Asıl hedef: İsrail adına İran’ı sınırlandırmak, kuşatmak ve gerekirse çatışmaya çekmek.
2. Yeni dönemin risk haritası: Sırada kimler var?
İsrail’in güvenlik doktrininde sadece İran değil, Katar, Türkiye ve Irak gibi ülkeler de “potansiyel tehdit” olarak tanımlanıyor. Bu devletler, halklar İsrail gözünde HAMAS’a verdikleri doğrudan veya dolaylı destekler nedeniyle hedefe konulmak isteniyor.
Daha açık ifadeyle:
Katar; Filistin’e yönelik insani yardımlarıyla,
Türkiye, stratejik konumu ve Kudüs’ü, bölgeyi derinden etkileyen tarihi mirası ve potansiyeliyle,
Irak; özellikle halkın İran’la olan ilişkileri nedeniyle bir sonraki kuşatma dalgasının hedefleri arasında yer alıyor.
İsrail’in stratejik belgelerinde bu ülkelerin "revizyonist güçler" olarak adlandırılması boşuna değildir.
3. Trump-Netanyahu planının sürekliliği
Donald Trump ve Benyamin Netanyahu döneminde atılan bu adımlar, kişisel bir proje değil; kurumsal bir stratejiydi. Biden yönetimi görünüşte farklı gibi dursa da Abraham Anlaşmaları’na tam destek vermeyi sürdürdü.
Bugün savaşlar yalnızca tankla, tüfekle değil;
Ekonomik baskılarla,
Medya algı yönetimleriyle,
Sivil toplum üzerinden kurulan yumuşak güç politikaları ile yürütülüyor.
Bu çerçevede; İslam ülkeleri, önce medyatik olarak İsrail’e karşı “duyarsızlaştırılıyor”, ardından siyasi anlaşmalarla “bağlanıyor”, en son ekonomik bağımlılıkla “teslim alınıyor”.
Sonuç; direnç kırılıyor, ihanet meşrulaştırılıyor.
BU İŞGALE KARŞI NE YAPMALI?
1. Tüm bölgeyi kapsayan “ortak bilinç hattı” kurmalı. Bu yapı sadece askeri değil; medya, diplomasi, ekonomi ve kamuoyu inşası açısından ortak zeminler üretmelidir
2. Bölgesel ittifak dosyası yeniden açılmalı
D-8 gibi yapılar canlandırılmalı, yeniden tanımlanmalıdır. Ekonomik ve siyasi ittifaklar sadece kriz anlarında değil, sürekli mekanizmalar olarak işlemelidir.
3. Medya cephesi güçlendirilmeli
İsrail yanlısı küresel medya tekeline karşı alternatif medya ağları oluşturulmalı, ortak içerik üretim merkezleri kurulmalı, ortak iradenin sesi çoğaltılmalıdır.
4. Filistin dosyası yeniden tanımlanmalı
Filistin davası bir “yardım meselesi” değil, küresel adalet meselesi olarak yeniden çerçevelenmelidir. Bu dava; Kudüs'ü, Mescid-i Aksa’yı, hatta Anadolu'yu da ilgilendiren bir varoluş davasıdır.
5. Diplomatik karşı hamleler geliştirilmeli
İsrail ile normalleşme sürecine giren ülkelere tehlikenin boyutları anlatılmalıdır. Aynı zamanda İsrail’in soykırım suçları uluslararası mahkemelere taşınmalı, İsrail’in hareket alanı daraltılmalıdır.
Sonuç: Ya uyanıklık ya da teslimiyet
Abraham Anlaşmaları, emperyalizmin ve Siyonizm’in yeni maskesidir. Bu maskeyi düşürmek, sadece Filistin’in değil, İslam dünyasının ve insanlığın ortak sorumluluğudur.
Bu bir tercih değil; bir zorunluluktur.
Çünkü bugün Gazze’yi hedef alan bu kuşatma yarın İstanbul’u, Ankara’yı, Mekke’yi, Bağdat’ı hedef alacaktır.
Dipnot: Sözde barış adıyla yapılan her anlaşmanın, geçmişte nasıl acı sonuçlara yol açtığını tarih bize defalarca göstermiştir. Bugün “normalleşme” diyenler, yarın işgalin ortağı olmaktan kaçamazlar.