Önceki yazı ile birlikte okunmasını tavsiye ederek kaldığımız yerden devam edelim…
“Türklerin, Türklere dinamizm ve kabına sığmazdık özelliği kazandıran göçebe kültürleri, Müslüman olduktan sonra İslâm’ın dünyanın bir ucundan diğer ucuna kadar yayılmasında bayraktar rolü oynamalarında belirleyici rol oynuyor. Gaza ve sefer hâli, nizam-ı âlem olarak idrak ve tarif edilen İ’lâ-yı Kelimetullah davası, Türklerin tarihte yürüyüşünün dinamosu oluyor adeta.
İslâm, muazzam bir ruh kazandırıyor Türklere: Yaratıcı ruh. Bu ruhun meyve vermesi, ete kemiğe bürünmesi ise Türklerde var olan göçebe kültürü özelliklerinin, dinamizm ve kabına sığmazdık hasletlerinin Türklerde kurucu bir irade geliştirmesine imkân tanıyor.
İbn Haldun’un kavram haritası üzerinden gidecek olursam… İslâm, Türklerin yaratıcı ruhlarını harekete geçiren sebep asabiyesi’nin kaynağı oluyor. Türklerin göçebe kültürlerinin sunduğu dinamizm ve kabına sığmazdık özelliğinin kazandırdığı kurucu irade ekseni de, nesep asabiyesi’nin kaynağını teşkil ediyor.
YOK OLUŞU NASIL DURDURABİLİRİZ?
Türklerin İslâm’la ilişkileri sakatlanmaya başladığı andan itibaren Türkler bu iki eksenlerini de yitiriyorlar. Türklerin iki asırlık Batılılaşma tarihleri boyunca, yaratıcı ruhlarını yavaş yavaş yitirmeye başladıklarını, sonrasında kurucu iradelerini de kaybetmekten kurtulamadıklarını görüyoruz.
Özetle… İslâm, Türklerin yaratıcı ruhunu oluşturuyor; göçebe kültürünün kazandırdığı dinamizm ve kabına sığmazlık özelliği ise Türklerin kurucu iradelerini.
Tanzimat’la birlikte yönümüzü yitirdik, İslâm’la ilişkimizi sakatladık ve yaratıcı ruhumuzu kaybettik. Meşrûtiyet ve Cumhuriyet’le birlikte yörüngemizi yitirdik, kurucu irademizi de kaybettik. O yüzden iki asırdır, tarihin dışına atıldık: Batılılaşma tarihimiz bizim tarih yapan bir aktörden Batılıların yaptığı tarihte sürüklenen bir figürana dönüşmemize yol açtı. Cumhuriyet tarihindeki radikal modernleşme / Batılılaşma / laiklik tecrübemiz, sebep değil sonuçtur: Tanzimat’la sürüklendiğimiz yönümüzü yitirme sürecinin zamanla yörüngemizi yitirme tehlikesi üretmesi mukadderdi.
Soru şu burada: Yönünü ve yörüngesini yitiren bir toplumun ruhunu yitirmemesi ve tarihten çekilme tehlikesinin eşiğine sürüklenmemesi mümkün mü? Elbette ki, hayır.
Yönünü ve yörüngesini yitiren bir toplumun ruhunu da yitirmesi ve tarihten silinmesi kaçınılmazdır. Yönünüzü koruyorsanız, nefes alıyorsunuz yani yaşıyorsunuz demektir. Yörüngenizi koruyorsanız, nefes veriyorsunuz yani başkalarını da yaşatıyorsunuz demektir. Ruhunuzu koruyorsanız, nefes oluyorsunuz yani tarihi siz yapıyorsunuz demektir.
Türkiye iki asırlık Batılılaşma sürecinin sonunda yok olma tehlikesinin eşiğine sürükleniyor hızla: Yüzde 60’la, 70’le bile iktidara gelsek, eğer kültürü biz üretemiyorsak yaratıcı ruhumuzu kaybetmemiz ve eğer çocuklarımızı kaybediyorsak, kurucu irademizi kaybetmemiz, bütün bunların sonucunda da en fazla iki kuşaklık zaman dilimi içinde ülkeyi de kaybetmemiz kaçınılmazdır-Allah muhafaza! Benden uyarması. Vesselâm.”
SORU/SORUN neydi? Türkiye, Endülüsleşme (tarihten silinme) tehlikesini önleyebilecek mi? CEVABIMIZ neydi? “Önleyebilecek; Adil Düzen ile Endülüsleşmeyi önleyebilecek…” Yazının en başında böyle dedik… Dediğimin delili de yarım yüzyıldır yazdıklarımızda ve yaptıklarımızda…”
Sürekli olarak ne diyorduk? “Türkiye’de ve dünyada SOSYAL TUFAN seviyesinde sorunlar var…” Bundan önce ne dedik, ne yazdık? “Kur’an Nizamı açısından Millî Görüş Hareketi-6”; bu başlık altında 6 yazı yazdık ve Millî Görüş Hareketi’nin en önemli önerisi olan “ADİL DÜZEN çare ve çözümlerini” bu vesileyle de hatırlattık… Ve’s-SELAM…