Türkiye’de hâkim olan medya paradigması şudur: Çağdaşlık ve laiklik gibi kavramların etrafında şekillenen bir algı yumağı oluşturmak, insanların zihinlerini de “düşünmeyen, sorgulamayan, analiz etmeyen, hesap sormayan” bir biçimde dönüştürmek, devletlülerin ortaya koyduğu, bürokrasinin vazettiği her şeye “eyvallah” çekecek bir insan prototipini yerleştirmek.

Bu paradigmanın etrafında şekillenen medya anlayışı, müstehcenliğin dibini bulan yapımlarla, dizilerle, programlarla, sabah, öğle ve akşam kuşaklarıyla günün 24 saati, ahlakımızı dejenere etmek, maneviyatımızı bozmak, ahlâk iklimimizi belirleyen kültür formlarımızı ortadan kaldırmak için sürekli evimizin içine “zehirlerini” enjekte eder.

Bu zehirleme operasyonunun başlangıç noktası, TRT’nin tek tabanca olduğu yıllarda, kimin eli kimin cebinde belli olmayan, aldatmanın, serkeşliğin başrolde olduğu, seyredenlerin zihninde, “Böyle de aşağılık bir dünya varmış” hissini uyandıran Dallas dizisiydi. “Dallas” dizisinin materyalist, hedonist, egoist kültürüyle evimizin içine sokulmaya çalışılan Hollywood’un çöplük anlayışıyla ve Batı’nın hiçbir ahlâk kaygısı olmayan yaşantı tarzıyla Türk insanının milli ve manevi değerleri yerle yeksan edildi.

Gayri meşru yaşantı tarzlarının, “Bu bir senaryodur, böyle bir şey olması gerçek hayatta olması mümkün değildir ama biz yapıyoruz oluyor” mantığıyla bizlere yutturulmasının en acı ve en vahim tablosudur.

Ne yazık ki, aradan geçen yıllar sonrasında o gün zihinlerimizi dejenere eden Dallas kültürünü aratan bir dizi furyası televizyonlarımızı işgal altına aldı. Bugün her televizyon kanalında Dallas’ı aratacak nitelikte ve formlarda diziler yayınlanıyor.

Geçtiğimiz dönemlerde ekrana getirilen Muhteşem Yüzyıl dizisinde tarihsel gerçekler ters yüz edilerek, haremin mahremiyetini rezil rüsva eden bir zihniyet döngüsü Türk izleyicisinin zihinlerine yerleştirilmeye çalışıldı. Osmanlı’yı kötüleyen, ecdadımızı haremden çıkmayan hovarda tipler olarak gösteren bu dizi, maalesef Türk televizyon tarihinde en çok reyting alan yapımların ta başına oturdu. Bu dizinin başında, “Tarihten ilham alınmıştır” yazıyordu. Yani, demek istiyorlardı ki, “Bizim yaptığımız her şeye eyvallah çekeceksiniz. Biz tarihsel gerçekleri istediğimiz gibi saptırırız, istediğimiz gibi olayları farklı boyutlara taşırız, siz bunları dizi mantığıyla, dizi algısıyla değerlendireceksiniz. Bizden tarihi anlatmamızı beklemeyeceksiniz.”

Tarih algısı insanların geçmişle geleceği arasındaki kültür köprüsüdür. Tarih algısı, bir ülkenin insanlarının atalarına olan sevgisinin, muhabbetinin ve o muhabbetin bu dönemdeki yansımalarının belgesi niteliğindedir. Bu algıyı doğru oluşturamazsanız, bugün Milli Eğitim sistemimiz içindeki Osmanlı Tarihi’ne yabancı, hatta düşman olan bir Resmi Tarih algısını ortaya koyarsınız. Bu algıyı sinema ve dizilerinizde doğru yansıtmazsanız, o ülkenin insanlarının geçmişe olan saygılarını rencide edersiniz, kültür formlarının doğru konulmamasını, bilgi ve saygının yan yana gelmemesine yol açarsınız.

Maalesef Türk televizyonlarını bir zehirli sarmaşık gibi saran ve insanımızın zihninde, ahlakında ve maneviyatında derin yaralar açan zihniyet, her sezonda bir başka dizi versiyonuyla gönül iklimimizi bataklığa çevirmeye devam ediyor. Mahremiyetin ihlal edildiği ve iffeti değil şehveti başrole koyan bu anlayışı tasfiye edecek tek yöntem ise, bu dizileri izlememektir.

NOT: Yıllık iznimi kullanacağım için yazılarıma bir süre ara vereceğim. Allah’a emanet olunuz.