Koronavirüs ülkemize de sıçradı. Şimdiye kadar tespit edilen koronavirüs vaka sayısı 18. Sağlık Bakanlığı’nın konu üzerinde titizlikle durup her türlü ihtimali göz önünde bulundurduğunu memnuniyetle görüyoruz. İnşallah bir salgına dönüşmeden bu küresel beladan kurtuluruz.

Bunun için tehlikenin sürekli gündemde tutulması şart. Tedbirler ve önlemler gevşediğinde üzücü sonuçlarla karşılaşabiliriz. Ekranlarda virüse karşı alınması gereken önlemler sürekli hatırlatıldığı, uzman kişilerin ağzından ayrıntısıyla dile getirildiği halde sokaklarda, alışveriş merkezlerinde ve kamusal mekânlarda hiçbir şey yokmuş gibi davrananlar bu hatırlatmaların etkisini azaltabilir. Herkes sokakta, herkes kafelerde, herkes kalabalık ortamlarda şeklinde gerekçeler halk için en kullanışlı mazeretlerdir.

Herkesin yaptığı şey kaynaklık teşkil ediyor halka nedense. Hâlbuki kitle vurdumduymazlığı toplumların başına neler neler açabiliyor. Bir de her türlü ortamdan bu kritik çekilme esnasında ansızın kaybettiğimiz insanların cenazeleri var. Tanıdığınız ya da yakınınız birinin cenazesine hangi mazeretle ve nasıl iştirak etmekten kaçınabilirsiniz? Böylesi zorunlu durumlarda daha bir dikkatli olmak gerekiyor. Burada esas olan kişinin kendisi kadar başkalarının hayatını riske atmamasıdır. “İletişimi artır, teması kes” ilkesi gereğince hareket edildiğinde böylesi zorlu durumların sosyal ilişkilere zarar vermeden aşılması zor olmayacaktır.

Temas olmadan da iletişim kurmak mümkündür elbette. Bunun yolu mahrem mesafenin korunması, hijyen ve maske kullanımıdır. Hayatın büsbütün durdurulması önleme hizmet etmekten ziyade korkuyu körükleyecektir. Öğrencilerin de evlerinde karantina vaziyetinde değil, korunaklı alanlarda, dikkatli ve tedbirli hareket etmeleridir asıl olan. AVM’ler, kalabalık ortamlar yerine uçsuz bucaksız doğaya yürümek pekâlâ mümkündür.

Yaşlılar günlük namazlarını camilerde değil bir müddet evlerinde kılabilirler. İslam’ı yaşama sünnetimiz salgın karşısında kaderci yaklaşımı değil tedbiri ve dikkati önermektedir. Abdurrahman bin. Avf’tan rivayet edildiğine göre Peygamberimiz (S.A.V.) şöyle buyurmuştur: “Şayet bir yerde veba (bulaşıcı hastalık) olduğunu işitirseniz oraya gitmeyin. Sizin bulunduğunuz bir yerde meydana gelmiş ise oradan da ayrılıp çıkmayın.”

Koronavirüs ile savaşmak nemelazımcılıkla, bananecilikle ve “ne olursa olsun”la savaşmaktır. Virüsün üzerine onu saklandığı yerde bulup yuvasını darmadağın ederek değil ona karşı mukavemet göstererek gidebiliriz.

EVDE OTURMA ŞUURU

Bazı şeyler bazı şeylere vesiledir. Organize etseniz başaramazsınız. Koronavirüs sebebiyle evlere kapaklandığımız şu günler pekâlâ kendimizle baş başa kalma fırsatını yakalayabiliriz.

Öyle demişti dünyaca ünlü bir yazarımız: “Bütün mesele evimizde oturmayı başaramamaktan kaynaklanıyor.” Bugün evlerimiz dışarısının bir uzantısı gibi olsa da içimizi ve kalbimizi hatırlatan yegâne elbisemizdir. Korona günlerinde üzerimize yeniden evimizi giyinebiliriz. Evin hallerini anlamak için ona daha önce hiç olmadığı kadar kulak verebiliriz. Hem belki bir kitapla çıktığımız yolculukta evreni ve insanı okuma imkânı da yakalarız. Fena mı olur?

Şu fena âleminde fani oluşumuzu bize bu kadar harbi ve de hasbi olarak kim söyler ki? Gözle görülmeyen bir virüs, elinde incecik bir iple ölümü boynundan sürükleyerek kucağımıza fırlatıyor. Değen virüslü bir el ya da kapı kolu değil ölüm tarafından sobeleniyoruz. Hayat nasıl da bir anda kendini savunamaz hale geliyor.

Gözle görünür düşmanlara öyle alışmıştık ki bu görünmeyen düşmana karşı hiçbir silah geliştiremedik. Elimizi bol sabunlu suyla adamakıllı yıkıyoruz; peki ya kalbimiz, gönlümüz, niyetimiz, doymak bilmeyen nefsimiz?.. Onları ne ile yıkayacağız? Hangi su ve hangi sabun temizler onları. Siz düşünedurun, ben en iyisi ellerimi bir kez daha çeşmenin altında iyiden iyi yıkayayım. Ne de olsa elimi kalbimin üzerine götürmem lazım.