Kaç yüz, kaç suret geçti gözlerimin önünden...
Her birinin ardında, keşfedilmeyi bekleyen bir bahçe gibi, kendine has bir letafet, bir içtenlik buldum.
Kiminin kelimelerinde yankılandı bu güzellik, kiminin sessiz duruşunda tecelli etti, kiminin de kalbinin ritmine kulak verince duyuldu.
Ancak, bu gözlem ve tanıma sürecinde iç burkan bir gerçeklikle de yüzleştim.
Pek çok insan, bu kıymetli hazineyi ya fark etmedi, ya da görmezden geldi.
Kimi zaman hayatın karmaşasında yitip gitti bu cevher, kimi zaman da bilinçli bir tercihle, benliğin derinliklerine gömüldü.
Hatta öyleleri oldu ki, içlerindeki bu pırıltıyı hiç sezmediler, sezdikleri halde de sırt çevirdiler.
Dışarıdan bakan bir göz için bu, tarifsiz bir kayıptır. Çünkü onlar, bu faniliği bir imtihan meydanı bilip, içlerindeki o saf iyiliği bir tohum gibi yeşerterek göklere uzanabilecekken, kendi elleriyle bu potansiyeli karanlık dehlizlere hapsediyorlar. Bu hazin manzarayı seyretmek ise içimde derin bir sızı bırakıyor.
Fakat bazen, umudun yeşerdiği anlara da tanık oldum.
Bir bakışta, bir tebessümde, o içsel güzelliğin yeniden yüzeye çıkacağına dair bir işaret belirdi.
İçlerindeki yaşam kaynağını ortaya çıkarmak için, bazen sadece karanlığın ortasında çakan minicik bir kıvılcım yeterli. Tıpkı zifiri geceyi bir kibrit aleviyle aydınlatmak gibi…
O ufacık başlangıç, büyük bir dönüşümün habercisi olabilir.
İşte o kıvılcım, dışarıda aranacak bir şey değil, bilakis insanın kendi özünde, kalbinin derinliklerinde saklıdır. Onu alevlendirecek olan da, yine ilahi bir lütufla insanın kendi iradesidir.
İnsanın aradığı tüm kudret, tüm erdem, hayatın manası ve kaynağı, aslında o küçücük et parçası olan kalbinde gizlidir.
Yapması gereken tek şey, dürüst bir inançla, samimi bir niyetle, tükenmeyen bir umutla ve cesur bir adımla kendi iç dünyasının labirentlerinde bir keşfe çıkmaktır.
Belki de en büyük macera, kendi kalbimizin derinliklerine yapılan bu yolculuktur.