(“Amerika’nın terörist ilan ettiği üç ülkeye sayın Başbakan gitmemelidir.”

Mesut Yılmaz’ın gerekçesi bu, Erbakan’ın Afrika gezisine karşı çıkarken.)

Refahyol’un ilk günlerinde yayınlanmış bu makalemizi, gazetemizin arşivini tutan okuyucularımızdan İsmail Kuzu’nun gönderdiklerinin arasında en çok dikkatimi çekendi. İçinde Mesut Yılmaz’ın da geçtiği bir yazı oluşturuyordum kafamda çünkü.

“Mesut bir rahatsızlık” başlıklı bu yazımızın son kısmı daha da enteresan.

Arkasına aldığı medya kartelinin ve daha başka kanalların da etkisiyle kendini Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanına akıl veren, yol gösteren aynasında görürken, Amerika’nın Türkiye’deki tek sözcüsü pozundan da gocunmayan Mesut Yılmaz, bugün yapılan “Darbe” tartışmalarının da şartlarını izah ediyor.

(“Ordu rahatsız.” Son günlerde Mesut Yılmaz’ın sık sık gündeme getirdiği demokrasi adına kınanacak bu söz, darbe çığırtkanlığı yapmaktan öte nedir?

Sanki kendileri ordunun dadısı yahut bakıcısı. Sanki bu millet ordusunu bilmiyor da Mesut Yılmaz’dan öğrenecek.

Sanki bu milletin ordusu, eğer bir rahatsızlığı varsa bunu demokrasi içinde ve hukuk çerçevesinde ifade etmekten aciz de, Mesut Yılmaz sözcü olacak onlara. Birinin kalkıp Mesut Yılmaz’ın yüzüne söylemesi gerek gerçeği.

Mesut Yılmaz rahatsız, bu ülke Mesut Yılmaz’dan rahatsız.)

Muhalif medya basıncılarından, bir amiral (Cihat Yaycı) istifası dolayısıyla tekrar gündem ettikleri “Ergeneken-Balyoz”dan şikayet etmeyenlerin baş tarafına Mesut Yılmaz’ı da yazmalarını istemek gibi bir maksatla yapmadık bu girişi. Yazsalar ne olur, yazmasalar ne olur? Milli Görüş’ten habersizler modunda yaptıkları programlara biraz daha devam ederler. Mesut Yılmaz ise, milletin rahatsız olduğu o Mesut Yılmaz’dır işte.

Mesut Yılmaz’ın icraatları ve demeçleri haricinde, insanımızın millet olma duygusunu bulandıran bir görüntüsünden bahsetmek ve unutturmamak amaçlı düşündüğümü söylediğim konunun çağrışımını yazmalıyım önce.

AKP iktidarının en yakın gazetelerinden Akşam’ın sitesindeki birkaç paragraf bizim de tercümanımız olsun. (Kur’an okuyan sayın Cumhurbaşkanı görüntüsü anlatılıyor)

“Kabine Toplantısı öncesi günlük hatim mukabelesini yapan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bu görüntüsü sosyal medyayı salladı.

Kur’an-ı Kerim’i hatmetmeye başlayan Başkan Erdoğan, 25’inci cüze geldi.

Başkan Erdoğan’ın 5 cüzü kaldığı görülürken, bu anlar kameraya yansıdı. Başkan Erdoğan’ın Kur’an okurken ki haline binlerce beğeni yağdı.

Paylaşımda Ramazan ayının henüz 18’inci günü olmasına rağmen 25 cüz bitirildiğine dikkat çekildi.”

Türkiye’nin Mesut Yılmaz’lı günlerinin her Ramazanında tespit edilen ve haber bültenleriyle cihana yayılan bir görüntüyü de hatırlamalıyız şimdi.

Davetli olduğu bir iftar programından ya da resmi bir toplantıdan bir Mesut Yılmaz portresi yansır ekranlara. Özellikle seçilen saat iftara 5 kaladır. Mesut Yılmaz’ın eli su bardağına gider ve zamanın durdurulduğu o iftara 5 kala’da lıkır lıkır içer. Devletin laiklik ilkesinin bir kere daha pekiştiğine inanan insanlarımız bir oh çekerken, özellikle ona oy verenler de, oruca Ramazan’a, iftara birazcık saygısı olsaydı yakınmasını yaşarlardı iç dünyalarında.

Tarih kayıtlarına Türkiye’yi yönetenler olarak geçmiş bu iki siyasinin, Ramazan günlerinde medyalaştırılan bu hallerinden yola çıkarak, ülkemizde öyle bir insan ve inanç mozaiği var ki, aynı köylerden, kasabalardan olmalarına rağmen kendilerine has halleriyle zenginliğimize delil olurlar gibi bir mukayesenin gereksizliğini biliriz. Hatta farklılıklarına rağmen Milli Görüş Lideri Erbakan’a muhalefetlerinin aynı tarihin kayıtlarında olduğunu da biliriz.

Eskilerin “Nevi şahsına münhasır” tanımında örneklemek istediğimiz bir siyasetçimiz daha var. Gidip gelmeleriyle ünlenen ve politik hayatını dokuzuncu cumhurbaşkanı sıfatıyla sonlandıran Süleyman Demirel.

23 Şubat 1977 tarihli Büyük Gazete’nin birinci sayfasına konmuş resim altında, o günün MC’sinin Başbakanı Demirel’in Konya Selimiye Camii’nde cuma hutbesi dinlemesini, namazdan sonra vaaz dinlemek diye haberleştirmesi bir gazetenin, merhum Mehmed Şevket Eygi ağabeyin de dikkatinden kaçmıştır. Yeter ki camiye gelsinler, biz resimlerini basarız memnuniyetlerinden... Sağcı ve çok bilmiş gazetecilerimizin her yıl “Yine hac mevsimi Kurban Bayramına denk geldi diye yazdılar” şikayetlenmeleriyle paralelleştirin durumu.

Resmin manşetinde vurgulanan “Konyalıların hatırı için” giyilen takkeli resim, anlattığımız Mesut Yılmaz görüntülerine sevinen kesiminde Türkiye’nin, hiç tepki çekmemiş, normal karşılanmıştır.

Hatta bu olaydan tam iki ay sonra Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün Finlandiya seyahatinde başına siyah kürkten bir kalpak geçirmesine itiraz edecekler de sükûtla karşılamışlardı o Demirel resmini.

Sonra yaşanılan olayların neticelerine göre iki şıkta yorumlamak mümkün bu olayı.

Birincisi, Ehven-i şer dedikleri bir partiyi “Nurlu Süleyman” dedikleri bir liderle kabul eden Müslümanların hataları ve yanılgıları bir Cuma namazı ve bir takke resmi paylaştırılarak ve sevinmeleri sağlanarak böyle saklandı gelecek nesillerden.

İkincisi ise, Demirel’i yönetenlerin her zaman bir B ve C planlarının olduğunun öğrenilmesidir. Korutürk’ün kalpağından telaşa kapılanlar, o takkeli Demirel’den şeddeli şer bir 28 Şubatçı çıkarmaya programlıymışlar. Ateş, ateş diye atattıkları bir savcının, siyaset meydanını yangın yerine, ülkeyi de gözyaşı seline boğmasında tatmin ettiler takkeye kızgınlık duygularının birazını.

Türkiye, resim veren siyasetçileriyle de Türkiye’dir.

ERBAKAN'IN ELİ CHP MOTORUNDA

Saadet Partisi’nin, ülkenin ana muhalefet partisi CHP ile olan münasebetlerinin siyasetteki yerini bilmeyen, bulamayan AKP trolü bordrolulara son bulduğumuz belgeyi takdim ediyoruz. Anlamaya kapasitelerinin müsait olmadığını bile bile hem de...

Çünkü onlar, MSP-CHP koalisyonunda, Amerika’nın önceki TC hükümetlerine kabul ettirdiği Haşhaş ekimi yasağının çöpe atıldığını da bilmiyorlar; Kıbrıs zaferinin o koalisyon günlerinde kazanıldığını da... Dünyada olmamaları ve AKP günlerinde dünyalı olmaları mazeretini saymayız.

Erbakan, Milli Görüş, CHP ilişkisi bakın hangi tarihte, bir Konya şehrinde nasıl başlamış? İlkokul ve lise arkadaşım Mustafa Demirok anlatıyor: “Erbakan Hocam 1969 senesinde Konya’dan bağımsız aday iken Ereğli’ye geldi.

Ben lise 3’üncü sınıftayım. MTTB orta öğretim başkanıyım.

Mühendis Süleyman Ergen ağbinin kamyoneti ile Ayrancı’ya gidiyoruz.

Yolda, CHP’nin süslü seçim arabasını gördük. Bozulmuş, çalışmıyor, çaresiz bekliyorlar.

Erbakan Hocam durun dedi, durduk. CHP’nin arabasının yanına gitti. Kaportayı açtırdı, arızayı buldu. Karbüratöre gelen bir borunun rekoru yerinden çıkmış.

İyi ki rekor contası düşmemiş, dedi. Rekoru yerine taktı ama sıkamadı. Süleyman ağbinin kamyonetinde anahtar varmış, sıktı.

Sonra CHP şoförüne çalıştır dedi ama araba çalışmadı. Bir daha bas, üçüncü, dördüncü derken araba çalıştı. Meğer motor hava yapmış, dört kez çalıştırınca hapsolan hava atıldı.

İşimiz bitti, ayrılacağız. CHP milletvekili adayı hemşehrimiz Ali Kökbudak teşekkür etti ve bana sordu: Kim bu adam?

Ben de Konya bağımsız milletvekili adayı Prof. Dr. Necmettin Erbakan dedim. Hocamın yanına vardı, teşekkür etti ve başarılar diledi.”

O seçimin sonraki günlerinde CHP adaylarının, bizim seçmenimizi de alıyor, itirazlarını ettiğine de şahit oldum diyor, bize bu ilk ilişki olayını anlatan Mustafa Demirok.

Saadet Partisi’nin herkesin partisi olduğunun o günlerdeki ispatı sayılsın bu da...

TARİHCİLERİ BEKLERKEN

20 yıldır iktidarda olan AKP’nin 10 yaşında, 20 yaşında teslim aldığı gençler yetişip üniversiteleri ve medyayı paylaşan tarihçiler oldular. Arşivlere ve sağlam kaynaklara dayanarak tarihi doğru bilmemizi sağladılar. Biz de bu 19 Mayıs’ımızı güzel yaşadık.

Yoksa olmadı mı bunlar?

İftiralı tarih anlatıcılarını mı dinledik yine bu 19 Mayıs’ta da...

***

Yaver-i şehriyar olması mıdır Mustafa Kemal’in, hazmedemedikleri.

Padişah ve bir generali arasında oluşan yakın duruşun ve anlayışın vakti geldiğinde Samsun planını paylaşmaları mıdır onları kızdıran nokta?

Kazanılan zaferin ve kurulan Türkiye Cumhuriyeti devletinin arkasında, Selanik yetimini general yapan ve ona yeni devlet kurma yolunu açan Osmanlı’nın ve temsilcisi Padişah’ın olmadığı iddiasının tek gayesi vardır: Neticenin hafifsenmesi...

Bu 19 Mayıs’ta tarihçi sıfatlılarımızın bize duyurduklarını 12 Eylül günlerinden biliyoruz. Orijinallikleri yok.

Bir grup İTÜ profesörü “Mustafa Kemal’in Osmanlı paşası olduğunu inkar edelim.” Ve “Ankara’nın adını Atatürk yapalım” gibi bilimsel öneriler sunmuşlardı ihtilalcilere...

***

20 Ocak 1920 tarihli Hakimiyet-i Milliye gazetesinde de neşrolunan bir telgraf metnini aynen alıyoruz buraya. 14 Ocak 1920 tarihinde çekilmiştir.

“Atebe-i Seniye-i Hazreti Hilafetpenahiye:

Meclis-i Milliyi teşrif-i şahanelerinden mahrum bırakan rahatsızlık bütün tebaa-yı hümayunları meyanında Heyet-i temsiliyemizi de pek ziyade düçar-ı teessür etti. Cenab-ı hafızı Hakiki vücud-u hümayunlarını afat-ı günüye ve semaviyeden masun buyursun, âmin.

Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyet-i temsiliyesi namına

Mustafa Kemal”

Bu ifadeler yeter sanırım. Padişah ve vazifelendirdiği generali arasındaki ilişkinin, iletişimin nasıllığını izah etmeye...

Arpadan iktidarın, arpadan tarihçileri olur!

O GÜN MENDERES, BUGÜN ERBAKAN

27 Mayıs ihtilalinden tam bir yıl sonraki sayısında Akbaba’nın, Menderes’i çökmüş ve küçülmüş gösteren bir karikatür vardı. Üstelik, ihtilalden önce çizilen genç ve yakışıklı Menderes çizgisinin konması da yetmez sanılmış olacak ki okuyucunun mukayesesine, yakınında bulunmuş ve bakanı olmuş Samet Ağaoğlu’na da “Menderes bitmiş” dedirtilmiş.

Bu hal, “Derin Sol”un vicdansız ve merhametsiz taktiklerinden birinin icraatıdır, dolayısıyla tarihe engellenemeyen yansımasıdır.

14 Mayıs 1950’den sonrasındaki 10 yıl boyunca darağacı hayali kuran “Derin Sol”un 27 Mayıs’tan hemen sonra ve mahkemeler kurulmamışken urgan yağladığının şimdi ispatı olsa dahi bu karikatürler, kime ne gam? Darağacına üç yiğit düşürmüşler, muratlarına ermişler, kerevetine çıkmışlardı. İnönü başbakan!

Bugün o “Derin Sol” nerde? AKP trolleri var!

28 Şubat’tan çeyrek asır ve AKP iktidarının 20 yılından sonra vasat ve vasat altı zekalılar piyasasına sürülen bir paylaşım var. Erbakan Hoca’nın koruması anlatıyor, iddiasıyla başlattıkları...

“İsmail Hakkı Karadayı, Çevik Bir, Tansu Çiller, Süleyman Demirel ve Erbakan Hoca bir toplantıya girdi. 28 Şubat postmodern darbesi öncesi...”

Böyle başlamışlar son iftiranamelerine, bir türlü bulunamayan FETÖ’nün arka ayağı trolleri.

Sıralamaya bir bakın! Erbakan’a koruma olmayı bırakın, yakınında durmayı hak etmiş ve o hale layık olmuş birinin kuracağı cümle böyle olmaz. Çünkü...

Paylaşımın sonunda maksat açıklanırken hedeflenen mümin ve muvahhid insanlar, kimin kimden önce anılacağının eğitimini almışlardır, yoluna can vermeyi arzuladıkları rahmet peygamberinden.

Amerika’da aldığı “Balans ayarı”yla ünlenen Çevik Bir’in, bir partinin kurulmasına emek verdiği rivayetlerini bir kenara koyun ve orda geçen Tansu Çiller, Süleyman Demirel adlarını bir muhasebeleştirin.

AKP mitinglerine çiçek yapılan ve oğluna arsalar bağışlanan Tansu Çiller, başkası mıdır?

Ölümünde, AKP’nin üç günlük yas ilan ettiği ve karalar bağladıkları Demirel, 7 yıllık Cumhurbaşkanlığında 9 hükumet kurduran o Demirel değil midir?

Bu nasıl bir hesaplaşmadır?

İslam’ın izzetinden tavizsiz hayatıyla 28 Şubat’a karşı hâlâ sürdürdüğümüz direnişin ve mücadelenin fedakar Başbakanı rahmetli Prof. Dr. Necmettin Erbakan adından istifadeye yanaşan zayi insanlara, kalıplarına yakışan basit, küçük ve sıradan bir reddiye sayılsın bu yazımız.