Haccını eda eden İbn Battûta (ö. 770/1368-69) mukaddes topraklardan Hindistan’a gitmek niyetiyle Cidde Limanı’ndan denize açıldı. Ama Kızıldeniz’de fırtınaya yakalandı. Ayzâb yakınlarındaki Re’süddevâir kıyısında karaya çıktı ve Nil Nehri boyunca ilerleyerek Kahire’ye ulaştı. Oradan Gazze’ye giderek El-Halil, Kudüs, Remle, Akkâ yoluyla Lazkiye’ye ulaştı ve bir Ceneviz gemisine binip Türkiye’ye doğru hareket etti. Alâiye’ye (Alanya) vardıktan sonra Anadolu’yu gezmeye başladı.

İbn Battûta yolculuğunun bu kısmını şu cümlelerle tasvir etmektedir: “Yürüyüşümüze devam ettik. Derken Gazze şehrine ulaştık. Gazze, Şam diyarının (bilâd-ı Şâm) Mısır tarafındaki ilk kentidir. Oldukça geniştir. Binaları çoktur. Çarşı pazarı çok kalitelidir. Gazze’de pek çok cami vardır. Kent, surlarla çevrilidir. Pek büyük bir camisi vardır ki Cuma namazgâhıdır.” (İbn Battûta, Tuḥfetü’n-nüẓẓâr, I, 41)

İbn Battûta’nın gidip gördüğü bu liman ve ticaret kentini, Hamevî (ö. 626/1229) şöyle tarif etmiştir: “Gazze, Şam’ın en uzağında, Mısır tarafında bir şehirdir. Gazze, denize yakın Sur kentini kuran adamın karısının adıdır. Hz. Peygamber’in dedesi[nin babası] Hâşim b. Abdimenâf (ö. 524 [?]) burada ölmüştür ve kabri de buradadır. Bundan dolayı bu şehre, Hâşim’in Gazzesi derler.” “Hamevî, Muʿcemü’l-büldân, s. 229). Tarih boyunca pek çok ismi olan bu kent, Müslümanlar tarafından Hz. Peygamber’in dedesine olan hürmetten dolayı Hâşim’in Gazzesi olarak anıldı. Osmanlı dönemindeki kayıtlarda da kentin adı bu şekliyle kaydedilip söylendi.

Hâşim’in Gazze’sine Giden Yol

Hz. Peygamber’in dedesi Şeybe (Abdülmuttalib)’dir. Abdülmuttalib’in babasının adı Hâşim’dir. Hâşim’in asıl adı, Amr idi. Hâşim ise kıran ve ufalayıp parçalayan demektir. Ona Hâşim denmesinin nedeni şudur: Mekke’de kıtlık olmuştu. Hâşim ise kuru ekmekleri doğrayıp üzerine et suyu döküyordu ve hacılara ikram ediyordu. Herkesin kuraklıkla boğuştuğu böylesi bir zamanda Kâbe’ye gelen misafirlere cömert davranması herkesin takdirini kazandı. Hacılar ona “ekmek doğrayan adam” yani Hâşim adını taktılar. Zamanla Amr ismi unutulup Hâşim lakabı isminin yerini aldı.

Hâşim, ticarî bir seyahat için Suriye’ye giderken Yesrib’de (Medine) Neccâroğulları’ndan Amr b. Zeyd b. Lebîd’in misafiri oldu ve hem babasının hem de kendisinin dostu olan Amr’ın kızı Selmâ ile evlendi. Bu evlilikten Hz. Muhammed’in dedesi Şeybe (Abdülmuttalib) dünyaya geldi. Selmâ, hamile kaldığı takdirde doğumun kendi ailesinin yanında olmasını nikâh esnasında şart koştuğu için çocuğunu Yesrib’de doğurdu (Belâzürî, Ensâb, I, 64). Hâşim, karısını Yesrib’de bırakıp ticaret maksadıyla Suriye’ye giderken Gazze’de öldü ve oraya defnedildi. Oğlu Abdülmuttalib sekiz yaşına kadar Medine’de kaldıktan sonra amcası Muttalib tarafından Mekke’ye getirildi. Hâşim’in Abdülmuttalib dışında üç oğlu ve beş kızı olmuştur. Velhasıl Medineliler, bizim deyimimizle Hz. Peygamber’in dayı tarafıdır. Dayılıklarını gösterdiler, yeğenlerine sahip çıktılar. Mekke’yi terk etmek zorunda kalan Hz. Peygamber’i bağırlarına bastılar; davasına sahip çıkıp uğrunda şehit oldular. Bugün Gazzeliler, Hâşim’in mezarına ev sahipliği yapmanın izzetini her daim anarlar. Bundan dolayı da Gazze’ye yeni sıfat daha eklediler: Gazze el-İzze yani İzzetli Gazze! Gazze, izzetle anıldı; izzet, bir kentin siluetine dönüştü. Peki izzet nedir ve niçin Gazze’nin sıfatı oldu?

Allah’tan İnsan’a İzzet ve Onur

İzzet kelimesi, sertlik, güç, kuvvet ve bir şeyi zorla hâkimiyeti altına alma manasına gelen azz kökünden türemiştir. Azez, toprağı sert köy demektir (Taberî, Tefsir, VII, 601-602). Azze’ş-şey’u cümlesi bir şeyin, hiçbir şekilde güç kullanılarak kontrol altına alınamayışını ifade ederken azzenî fi’l-hitâb, “tartışmada yenmek” manasına gelir. Bu kökün mastarı olan izzet, hiç kimsenin Allah’ı yenip ona galip gelemeyeceğini anlatır. Yenilmeme onuru, onundur. Çünkü azizdir; mülkünde dilediğini yapar ve hiç kimse onu yenip onu engelleyemez. Bundan dolayı hakiki manada izzet, Allah’ındır (Yunus 65). Ancak müşrikler Allah’ın bu yenilmezlik vasfını uzza isimli puta verdiler (Necm 53/19). (Mustafavî, Takîk, VIII, 136-137)

Kur’an kelimelerini tam olarak anlamanın yollarından biri de kelimenin zıddını bilmektir. Böylece mana tam yerini bulur. İzzetin zıddı zillettir. Azizin zıddı, zelildir. Münafıklar kendilerinin güçlü ve galip olduğunu zannederler. Kalabalık ve güçlü olmanın, hakk ve üstünlük sebebi olduğunu düşünürler. İzzet ve zillet kelimelerinin kullanımıyla ilgili somut bir hadise, Hz. Peygamber döneminde yaşanmıştır. Bu olay şöyledir:

Müreysî‘ seferi (diğer adıyla Benî Mustalik seferi) dönüşünde Ensar kanadındaki bir Müslüman’la muhacirlerin tarafındaki diğer bir Müslüman arasında su sırası yüzünden kavga çıktı. Bir rivayete göre muhacir tarafından olan Hz. Ömer’in ücretlisi Cehcâh b. Saîd adlı bedevîydi. Ensar tarafından olan ise Abdullah b. Übeyy’in kabilesiyle aralarında antlaşma bulunan Cühenîler’den Sinân b. Yezîd idi. O gün muhacirler kalabalık olup Ensar sayıca az idi. Hz. Peygamber olayı yatıştırdı ama insanları provoke eden Abdullah b. Übeyy’in ağzından şöyle bir cümle döküldü: “Besle kargayı, oysun gözünü! Besle köpeğini; ısırsın bir yerini! Dağdan geldiler, bağdakini kovuyorlar. Medine’den geldiler ve burada bize tahakküm ediyorlar. Bunlara hiçbir şeyinizi paylaşmayın ki fakirleşsinler ve defolup kendi diyarlarına gitsinler. Vallahi Medine’ye döndüğümüz zaman aziz olanın zelil olanı yani güçlü ve kalabalık olan biz Medinelilerin azınlıkta olan Müslümanları nasıl şehirden çıkarıp def edeceğimizi herkes görecek!” dedi. Bunun üzerine nazil olan ayet, kuvvetin ve kalabalık olmanın izzet için yetmeyeceğini; hakiki izzetin fikrin galibiyetiyle mümkün olduğunu anlattı: “İzzet, Allah’ın, Hz. Peygamber’in ve müminlerindir. Ama münafıklar bunu anlamaz!” (Münafikun 63/8)

Münafıklar çokluğu ve kuvveti izzet olarak zannettikleri için kalabalık ve güçlü olanın yanında durmaya gayret gösterir. Onları veli edinip onlardan emir alırlar. Oysa müminlerin yani Hz. Peygamber ve arkadaşlarının yanında durmaları gerekir: “Müslümanları bırakıp kâfirleri başlarına yönetici seçenler ve onlardan emir alanlar, kâfirlerin kendilerine bir güç ve zafer verebileceklerini mi zannediyor? İzzet, yani güç ve kuvvetin tamamı Allah’ındır.” (Nisa 4/139)

İzzetli İnsan; İzzetli Kent

Müminler zillete boyun eğmez. Allah tarafından izzetli olarak tanımlamışlardır. Güçlerini de dinlerinden alırlar. İzzettin dinin gücü demektir. Gazzeliler Allah’ın kâfirlerin ve münafıkların payına yazdığı zilleti onlara yaşatmıştır. Müslümanlara verdiği izzet payesini, zaferle taçlandırmıştır. Şeyh İzzeddin Kassam’dan beri bu izzet; maddi üstünlük değil fikir üstünlüğü olarak anlaşılmıştır. İsim ve müsemma birbirini bulmuştur. “Şeyh İzzeddin” onurun ve zaferin yolunu; “Kassam” sabrın ve sadakatin ruhunu yaşatmıştır. Gazze’nin bugün adı, Gazze el-izzedir. Gazze ve İzzet kelimelerinin Arapça yazılışlarındaki tek fark, bir noktadan ibarettir. O nokta ise “ters kırmızı üçgen”dir.