Siyasi hayatımızda bir kör dövüşüdür gidiyor. Birçoğumuz kör ebe gibi her tarafa saldırıyor. Körün taşının bazen rast geldiği gibi bizim atışlarımızda kırk yılda bir isabet edecek olursa " dediğim çıktı" deyiveriyoruz.

Bunun sebebi çocukluğumuzda "Kör ebe" oyununu çok oynamamızdan kaynaklanabilir. Uyanığın biri gelir ve ebenin gözlerini bağlar, ebe de her sese doğru saldırır.

Büyüdüğümüz zaman bizimle beraber o uyanık da büyür. Çocuklumuzda gözümüze bağlanan mendili bağlatmayız ama bu sefer gözbağlarının rengi, deseni, kalitesi değişik olur.

Kişinin karaktersizliğine göre gözbağı bağlarlar. Makam hastası olanın önüne makamı koyarlar, gözünü ona kilitlerler ve o makamdan başkasını göremez. Para hastası olanın gözüne de parayı koyarlar ve onun ötesinde ve berisindekileri göremez.

Balıkçı oltasına taktığı yemle oltayı kapatıyor, tuzak kuran da tuzağa attığı yemle tuzağı görünmez hale getiriyor ve yakalanıyorlar. Onun için Rabbimiz Kur an-ı Kerim inde  26 defa ünzur=bak diyor ve 9 kere de "Bakınız" diyor.

Mevlana da Mesnevisinde Sevgili peygamberimizin Mi rac gecesi gördüklerini anlatan ayetteki "Mazağa" kelimesinden hareketle:

"Yine Rasulüllah buyurmuştu ki: "Biz Mazağız" yani Haktan başkasına dönüp bakmayız. "Zağ" yani karga değiliz. Kainatı türlü renge boyayan Hakkın sarhoşuyuz. Bağın/şarabın sarhoşu değiliz." (T.M: 3943) diyor

Necm suresinin baş tarafında sevgili peygamberimizin Mi racı anlatılır. 17 inci ayetinde de gökyüzü seyahatinde gördükleri karşısında gözlerinin kaymadığını, şaşmadığını haber verir.

Gözümüzün nurunu veren Allah, gönlümüzün nurunu veren de Allah tır.

Göz nuruna Basar diyoruz, gönül nuruna da basiret diyoruz.

Herkeste gönül gözü vardır.  O kafamızdaki iki gözümüzden fazla görür. Kafamızdaki gözümüzle iki senede gördüğümüzü rüyada birkaç saniyede görebiliyoruz. Gönül gözümüzün dışa açılan kapıları olan göz, kulak, el, bururun ve dilden  oraya nur veya kir girer. Kir girerse zamanla kalın bir perde oluşturur. Ayet-i kerimede (A raf 179) de bildirildiği gibi kişi gönül kapısını Hakka kapayınca hayvandan daha aşağı olur.

Seçim meydanlarında size vaat edilen, seçimden sonra unutulanlara kanmadığınızı biliyorum.

Selef-i salihinin büyüklerinden Süfyan-i Sevri, "Söz kabul edilmez amele/eyleme dönüşmedikçe" diyor.

Yani ekmek üzerine üç gün konuşsanız da ekmek yemeseniz, o konuşma sizin karnınızın doymasına hiç faydası olmadığı gibi, sizin helak olmanıza da sebep olur.

"Ülkeyi kalkındırma işi bizim işimiz; biz bunun eğitimini Dünya Bankası nda görmüşüz", "Ben Halep te iken yedi arşın atlardım; diyenler, "Haydi bir oynada görelim" denildiğinde yedi kazan sütü döktükten sonra yerim dar, yenim dar, oynamamı engelleyenler var diyenlerin sözüne aldanmamamızı söyler.

Süfyan-i Servi devam ediyor, "Amel/eylem kabul edilmez, İhlas/samimiyet olmayınca" diyor. Yani "Desinler" için iş yapanların da başarılı olamayacağını, ibadetini siyaset için yapanlar, siyasetini kendi çıkarları için yapanlar ne kadar çalışırlarsa çalışsınlar "Ben" merkezli hareket ettiklerinden hareket alanını daraltırlar.

 "Ben bu makamı Başbakanlığa atlama taşı olarak kullanayım" derse bütün akli melekelerini, bilgisini, becerisini ona teksif eder ve bu uğurda Sezar ını bile arkadan hançerler. Brütüs, aslında Roma ya çok güzel hizmet etmiş ama ihanetin adı iki bin yıldır,  Brütüs olarak kalmış.

Süfyan-i Servi devam ediyor, "İhlas/samimiyette kabul edilmez, Kur an ve Sünnete uygun olmayınca" diyor.Yani yapılan iş hukuka uygun olacak. "Harama bakmasın" diye çocuğunun gözlerini oyan meczup babadan daha samimi adam bulmak imkansız ama yaptığı iş şeriata aykırı.

"Ülkem için daha güzel hizmet etmem için benim de çalıp çırpmam veya IMF den gelen paraları, ihaleleri yandaşlarıma aktarmam gerekir" mantığıyla hareket edecek olanlar da uzun vadede hem kendine hem de ülkesine hizmet etmemiş olurlar.

Kapitalist ekonomiyi öğrenerek yetişen sağcımız da solcumuz da, halkın elindeki paraların çeşitli dalaverelerle ellerinden alınıp, belirli ve iri ellerde toplanmasını, paraya para güç katacağından daha faydalı olacağını çok iyi niyetlerle Fakültelerde okuttular, siyasiler akıl verdiler ve çok iyi niyetlerle bu hale düşürdüler.

Niyet, dilden dökülen temenniler değildir. Niyet bir şeye doğru kalbin aşk derecesinde yönelmesidir. Susuz toprağın suya, bülbülün güle, Mecnunun Leyla ya hasreti ve arzusu gibi arzu duymaktır. İşte böyle bir niyet, gerçekleşmemiş olsa bile niyet sahibine sevap kazandırır. Çünkü onun o aşk derecesindeki isteği onun içini güzelleştirmeye, süslemeye devam ediyor.

 "İyi niyet haramı helal kılmaz" kaidesi geliştirilmiş ve böylece "Hırsızlık yapayım da fakirlere dağıtayım, hortumladıklarımdan cami yapayım" gibi güzel görünen kötü niyetlerin önüne geçilmiştir.

Atalarımız, "Niyet hayır, akıbet hayır" demişler. Hep hayırlı şeyler yapalım ve gönlümüzün yeşerttiği o güzel düşünceyi eyleme dönüştürerek dışarı çıkmasını sağlayalım ki hem Hak, hem de halk razı olsun.