Milletlerin ve medeniyetlerin tarihlerinde dönüm noktası olaylar ve bu olayların kahramanı kişiler vardır. Bu kişiler öyle zamanlarda ortaya çıkarlar ki bütün rüzgâr tersine dönebilir ve bir milletin bütün talihi değişebilir. İşte bu minvalde bizim tarihimizde çok önemli başat roller üstlenen ve kendilerinden sonraki olayları tamamen etkileyerek, değiştirerek tarihe yön veren birkaç lideri ele alacağımız bir yazı dizisi hazırladık. Yaşamları idealleri karakterleri neredeyse bire bir birbirlerine benzeyen bu büyük adamların maceraları elbette bizlere büyük dersler verecektir. Bu büyük liderlerin mücadelelerinin merkezine ise İslam birliği siyasetini koyduk. Buyurunuz…

İslam toplumu Peygamber Efendimiz (S.A.V.) ve 4 halife döneminden sonra büyük saltanat devletleri olan Emevi ve Abbasi hanedanları tarafından yönetilmişti. Ve bu dönemlerde ileri seviyede bir büyüme ile hem Arap-İslam devletleri hem de İslamiyet geniş alanlara yayılmıştı. Bu dönemde İslamiyet’i kabul eden milletlerden biri de Türkler olmuştu. Şanlı atalarımızın İslamiyet’i kabulü ile dünya tarihi de çok büyük oranda değişecekti. Orta Asya’da Karahanlılar Güney Asya’da ise Gazneliler Türk devletleri bölgelerinde İslamiyet’in gelişmesini ve hakimiyetini sağlayarak tarihi değişikliklere vesile olmuşlardır. Ders kitaplarında kabaca görüp geçtiğimiz Gazneliler’in bugün sayıları 1 milyara yaklaşan Hint kökenli Müslümanların İslamiyet’e geçmelerine vesile olduklarını düşündüğümüzde nasıl bir öneme sahip olduklarını anlarız.

Türklerin İslam tarihine bu hızlı girişinin olduğu yıllarda Arap Abbasi devleti ise hızla kan kaybediyor ve hakimiyet alanı her geçen gün daralıyordu. Üstelik artık İslam coğrafyası ve toplumlarını da koruyacak bir gücü kalmamıştı. İslam sancaktarlığı artık hızlı bir şekilde Türk milletine geçiyordu. Büyük Selçuklu devletinin kurulup süper güç olması ile artık İslamiyet’in sancaktarlığı tamamen bu devlete geçmişti. Öyle ki orta Asya’dan kopup gelen oğuz Türkleri Selçuklu devleti ile ön Asya’nın nerede ise tamamına hakim olmuş İslamiyet tam olarak Bizans sınırlarına dayanmıştı. Anadolu, Kafkasya, Suriye, Irak, İran, Filistin, Hicaz, Yemen ve Orta Asya’da yayılıp dönemin en kudretli devleti olan Selçuklular ile doğudan ve batıdan gelecek tüm tehlikelere karşı İslam toplumları ezici bir gücün himayesine girmişlerdi. Amin Maalouf’un söylemiyle bu dönemde Selçuklular her yerde idiler.

Ancak her zamanki gibi tefrika illeti yine devreye girmiş benlik sevdası ile yönetme hırsı bir araya gelmiş ve böylece bütün Türk tarihinin en büyük taht kavgaları ile bu büyük güç kısa bir zamanda dağılmıştı. Ardından yok edici ayrılıklar devreye girmiş büyük Selçuklu coğrafyasında şehzadeler, atabeyler, komutanlar ve valilerin kurduğu birçok yeni küçüklü büyüklü devlet kurulmuştu. Ancak İslam birliği bir defa dağılmıştı. Şimdi doğuda ve batıda bekleyen sırtlanlar tespih taneleri gibi dağılmış İslam toplumlarına saldırı gücü bulmuşlardı. Zenginliğin, kültürün, bilimin zirvesindeki İslam şehirleri doğu ve batıdaki cahil gaddar ve medeniyetten uzak toplulukların hedef sahasına dönmüştü. Ve maalesef şimdi korkulan olmuş İslam medeniyeti tarihinin 3 büyük buhranından çok ağır olan ikisini yaşamıştı. Birincisi 11. yüzyıl sonlarında başlayan tam bir şok etkisi oluşturan ilk ve çok ağır bir buhran olan ve batıdan gelen; haçlı seferleri. İkincisi ise hemen ardından 13. yüzyıl başlarında başlayan kelimenin tam anlamıyla tam bir felaket olan İslam tarihinin en büyük yıkıntısına sebep olan doğudan gelen; Moğol istilası. (İslam tarihinin son ve 3. büyük buhranı olan Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışı ve sonrasını daha sonraki yazılarımızda ele alacağız. Bu 3 büyük buhranı daha geniş bir biçimde inceleyeceğiz.)

İslam birliğinin bozulması, Selçuklu gücünün dağılması, Abbasî hilafetinin Bağdat’ta sadece şeklen varlığını devam ettirmesi ve böylece İslam toplumlarında ciddi mukavemet gücü kalmaması, batı dünyasının dikkatlerinden kaçmamıştı. Zaten öteden beri bekledikleri fırsat da bu idi. Tek bir güç halindeki İslam dünyasına saldırmaları imkansızdı. Ancak şimdi nerede ise her şehrin kendi bağımsız yöneticileri vardı. Tablo bu kadar kötüydü. Öte taraftan batı ise ilk defa Müslümanlara karşı bir birliktelik kurmuştu. Öyle ki en güneydeki ispanyadan en kuzeydeki İsveç’e kadar tüm batı dünyası tarihlerinde ilk defa ve üstelik Papa’nın önderliğinde batı Hristiyan birliğini kurmuşlardı. Ne hazin değil mi? İslam birliğinin dağılması üzerine batılıların Hristiyan birliğini kurmaları. Şu durum bile tabii olan sonucu vermeye yeterli. Birlik olan toplumlar her zaman dağılmış olan toplumları mağlup eder. Değişmez bir sosyolojidir bu.

İşte böyle bir çağda Papa’nın önderliğinde birleşen batı Hristiyan birliği kendilerine başta kutsal Kudüs şehri olmak üzere bütün Doğu Akdeniz İslam coğrafyasını hedef seçmişlerdi. İslam dünyasının göz kamaştıran zenginliğini talan etme hırsı ile bu birliğe katılan yüzbinlerce batılı, 1096 tarihinde o zamana kadar dünyanın görmediği bir ordu kurarak 500.000 kişi ile 1. Haçlı seferini gerçekleştirdi. Ve hedeflerine ulaşarak kısa zamanda kutsal şehrimiz Kudüs başta olmak üzere bütün Doğu Akdeniz İslam dünyasını ele geçirdiler. Kudüs te tarihlerin çok az gördüğü büyük bir katliam yaptılar. Birçok İslam şehri yerle bir edildi. İslam uygarlığı büyük zarar gördü. Müslüman dünya ise büyük bir şaşkınlık içinde olanları anlamaya çalışıyordu. Tam anlamı ile bir şok hali yaşanıyordu. Çok değil daha 50 sene öncesinde bu olanlar hayal bile edilemezdi. Büyük bir zillet yaşanıyordu. İslam toplumu sadece can ve malının derdine düşmüştü. Ve bu duruma karşı topyekûn hareket edecek hiçbir güç ortada yoktu. Onlarca parçaya bölünen ve küçücük dünyalarına hapsolan devlet yöneticileri bırakın mücadeleyi hala senlik benlik kavgası ile boğuşuyorlardı. Yoksa İslam medeniyeti sonuna mı gelmişti. Batı, İslam dünyasını gerçekten yok mu etmişti. Ah… İslam birliği olsa idi bunlar hiç olur muydu?

Her zor zaman bir kahraman doğurur. Şaşkınlık ve acziyet içinde sersemlemiş Müslümanlar büyük bir dirilişe şimdi şahit olacaklardı. İşte bu ilk ve en sancılı bir zamanda ortaya çıkıp yere düşmüş cihat bayrağını tekrar alıp ayağa kaldıran İslam birliği yeniden kurulacak ve düşman, coğrafyamızdan atılacak diyen ve bu uğurda büyük bir stratejik zeka, ahlak ve cesaret ile mücadeleyi başlatan büyük bir adam 12. yüzyılın ortalarında çıktı; Nureddin Mahmud Zengi…