Varlıkların hayatındaki maddî ve manevî ayrıntılar, varlığın “öz”üne yöneliktir. Bütün canlılarda olduğu gibi, insan ilişkilerinde de birtakım ayrıntıları görebildiğimiz gibi, bu sayede birçok imkânı elde etmemiz de mümkündür. Maddî ve manevî eğitimin amacı nefsi terbiyeye yöneliktir. Böyle bir eğitimde, kötü huyların iyi huylara dönüştürülmesi amaçlanır.

Mutasavvıf Zeynüddin el-Hâfî, kötü huylardan her birini, bu özelliklerin kendisinde var olduğu bir hayvan suretinde düşünülmesini tavsiye eder. Meselâ hasedi kurt, aldatmayı tilki, boş yere gezip dolaşmayı çakal, gafleti tavşan, cimriliği fare, hırsı karınca, boğaz düşkünlüğünü maymun ve ala köpek, kibri kaplan, kendisine itaat edilmesini arzu etme ve yükseklik duygusunu aslan, kızmayı siyah köpek ve ayı, cinsel şehveti eşek şeklinde düşünmelidir.

Nefsin ilk mertebesi “kötülüğü çokça emreden” emmâredir. Bu makamda nefsin işi gücü arzu, emel, hevâ ve heves peşinde koşmaktır. Nefis dünyayı çok sever, fakat âhireti aklına bile getirmek istemez. Bu mertebede ölenler, dünyayı günahkâr (mücrim) olarak terk ederler.

Nefsi, iradenin kontrolüne vererek birtakım hevâya uymaktan onu kurtarmak gerekir. Çünkü nefis bu şekilde terbiye edilmezse daha da azar ve ruh (can) bedende etkisini yitirir. Böyle bir durumda da şairin dediği gibi “Ten gıdasından nefis bulur hayat / O hayat buldukça can bulur memât!”

İnsanların, “yarın / âhiret” hesap vereceğim, yaptıklarımın hesabı sorulacak şeklinde bir düşüncesi olmayınca hiçbir kural tanımadan yaşadıklarına tanık oluyoruz. Bu tür insanlarda, çalma çırpma olağanlaşıyor, hak hukuk rafa kaldırılıyor, anlık yalanlar çekirdek kırmaktan daha kolay bir hal alıyor.

Toplumsal anlamda bu tür olumsuzlukların yoğunlaştığı bir zaman diliminde yaşamak, gerçekten çok zor! Dünyada rahat olmadığını elbette biliyoruz, fakat insanî değerlerin bu kadar ayaklar altına alınması insanı, insanlığından utandırıyor.

Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için çalışırken, yarın ölecekmiş gibi yaptıklarımızın hesabını düşünerek yaşamak “denge”de olmak adına müthiş bir prensiptir. Bu yüzden olsa gerek ki Cenâb-ı Allah, hakka ve hakikate ulaşmamız için vesileler aramamızı istiyor (el-Mâide 5/35). Herhalde buradaki “vesile” de Allah’ın razı olacağı “sâlih amel”dir.

Resûlullah, “İnsan ölünce ameli kesilir. Ancak üç şey müstesna: Sadaka-i câriye, kendisinden istifade olunan ilim ve kendisine duacı olan salih evlât” buyuruyor (Ebû Dâvûd, “Vesâyâ”, 14). Evlâtların, amel-i sâlih olacak şekilde yetiştirilip, ardından anne babaya hayır dua eder şekilde yetiştirilmesi önemli görevlerdendir.

Kültürümüzde salih evlât olmayana “amel-i gayr-i salih” denilmiştir. Hz. Nûh, kendisine isyan edip gemiye binmediği için sularda boğulan oğlunu, tufandan sonra yeniden Allah’tan isteyince Allah Teâlâ cevaben, “Ey Nûh! O, senin ailenden değildir. Çünkü o, salih olmayan bir amel sahibidir...” (Hûd 11/46) buyurmuştur.

İnsan hayatı boyunca birtakım eylemlerde bulunur. Bunların rastgele olmaktan çıkıp şuurlu bir harekete dönüşmesi için kendisinden beklenen birtakım beklentiler vardır. Bu anlamda kuşkusuz salih amel, “iman”ın tabii bir semeresi ve göstergesidir.

Eğer bir kalpte iman kendine yer bulmuşsa, bu imanın gerektirdiği hareketler, yavaş yavaş ve kendiliğinden görünür bir hal almaya başlar. Çünkü iman sadece dil ile ikrar edip istediğimiz gibi yaşadığımız bir hayat tarzını benimsemek demek değildir; bilakis dil ile ikrarın yanında, ilkeli / şuurlu hareket etmek gerekir.

Salih amel de, vicdanda yer eden imanın, vakit kaybetmeden kendini dış dünyaya yansıtması demektir. İslâm’da sözü edilen iman, işte bu şekilde salih amellerle tamamlanan bir imandır. Bu imanın pasif kalmaya asla tahammülü yoktur.

Amel, müminin imanının dışa vurumu, yani müminin kalbinden dışına aksetmesi hadisesidir. Eğer bir iman, bu tabii hareketi sağlayamıyorsa, yani iman-amel ilişkisini gerçekleştiremiyorsa o ya sahtedir veya âtıldır.

İman, güneşten uzak kapalı bir kutuda yetiştirilmeye çalışılan çiçek misali, sadece kişinin iç dünyasında gizlenip kalamaz. Böyle bir iman yok olmaya mahkûm veya ölüme terkedilmiş demektir. O. ancak salih amellerle beslendikçe kuvvet kazanır ve hayat bulur.

İşte imanın kıymeti buradan gelmektedir. İman amel, hareket etmek, eylemde bulunmak, bina yapmak ve imar etmek işidir. Bu amel ve niyetler kişiyi Allah’a yönlendirir. “İnanıp salih ameller işleyenlere gelince; onların yaptıklarına karşılık, varacakları cennet konakları vardır” (es-Secde 34/19).

“İnanıp salih amel işleyenler, cennet bahçelerindedirler. Rablerinin katında onlara diledikleri verilir. İşte büyük lutuf budur” (eş-Şûrâ 42/22). “Kim salih amel işlerse lehine, kim kötü amel işlerse aleyhinedir” (Fussılet 41/46). “Allah’a iman edip salih amel işleyenlerin günahları affedilir” (et- Tegabün 64/9).

“Allah, yeryüzüne salih kullarım vâris ve hâkim olacaktır diye hükmetmiştir” (el-Enbiyâ 21/105). Bu ilâhî buyruklara lâyık olmak için çalışmak insana yakışan güzel davranışlardır. İnsanlar hayvanlar âleminden kendisine örnek arayacağına, kendisine yakışanı yapmalı, öyle değil mi